I. Bir Akşam Üstüdür


Bir akşam üstüdür şarabî

Bahçeler ve dağlar üzre hükümran;

Tam dünyayı dolaşmak saatindesin.

Ay ışığı su içer birazdan.

Kızarmış kalçalarını çanlar

Alabildiğine vurur.

Sen çocuk tulumunda

Matbaa mürekkebi

Rüsva olmuş ellerinin emeği,

Manşetlerde kilometre kilometre yalan

Sallanır durur.


Bir akşam üstüdür katil, muhteşem

Alıp götürmüşler dost dediğini

Almış rüzgârlar içini,

Ümide benzer, sevdaya benzer...

Soğuk bir namludur kör ve pusuda

Ense kökünde zulüm,

Ve sermiş cânım sofrasını dört başı mâmur

Burnun dibine hürriyet.

Seviyorum mümkün değil;

Aranızda kurşun, yasak bölge var

Sen genç, sevdan ölünecek kadar güzel

Kanunu yapanlar ihtiyar.




II. Onur Da Ağlar


Gözlerinin pınarında

Bir bulut,

Boşandı boşanacak

Nerdeyse.

Aklımdan geçenleri

Okuyorsun su gibi.

Dünya gördü

Bizi boğazladılar...


Tutma gözyaşlarını

Onur da ağlar...

Bırak yıkansın gökyüzü,

Lacivert, yeşil, altın

Işıkları günbatının.

İşte şafaktayız gene

Çırılçıplak

Ve mavi.

İşte sanki dağ yeli

Ve işte sanki meltem...


Kimse toz konduramaz

Kesip attığımız tırnağa bile.

Sen en güzel kızısın

Bütün galaksilerin

Bense tözüyüm artık

Akkor tözüyüm

Prometheus\'u yakan

Kara sevdanın...


Ne alnımızda bir ayıp

Ne koltuk altında

Saklı haçımız

Biz bu halkı sevdik

Ve bu ülkeyi.

İşte bağışlanmaz

Korkunç suçumuz...



III. Yalnız Değiliz


Bir ufka vardık ki artık

Yalnız değiliz sevgilim.

Gerçi gece uzun,

Gece karanlık

Ama bütün korkulardan uzak.

Bir sevdadır böylesine yaşamak,

Tek başına

Ölüme bir soluk kala,

Tek başına

Zindanda yatarken bile,

Asla yalnız kalmamak.


Şafakları ben balığa çıkarım

Akan akmayan sularda

Benim, bütün tezgahlarda paydosa giden

Bir bahar akşamı dünyada.

Ben dört duvar arasında değilim

Pirinçte, pamukta ve tütündeyim,

Karacadağ, Çukurova ve Cibalide.


Zehirli kör yılanları

Ve sıtmasıyla

Gün yirmidört saat insan avında

Karacadağda çeltikler.

Bir kız çocuğunun gözyaşı gibi

- Ayak bileklerinde bir dizi boncuk,

Sol omzunda nazarlık,

Dağ başında unutulmuş üşümüş,

Minicik bir aşiret kızının -

Damla-damla, berrak olur pirinci.

Kamyonlarla, katır kervanlarıyla

Beyler sofrasına gider...


Çukurovam,

Kundağımız, kefen bezimiz

Kanı esmer, yüzü ak.

Sıcağında sabır taşları çatlar,

Çatlamaz ırgadın yüreği.

Dilerse buluttan ak,

Köpükten yumuşak verir pamuğu.

Külhan, kavgacıdır delikanlısı,

Ünlü mahpusanelerinde Anadolumun

En çok Çukurovalılar mahpustur,

Dostuna yarasını gösterir gibi,

Bir salkım söğüde su verir gibi,

Öyle içten

Öyle derin,

Türkü söylemek, küfretmek,

Çukurova yiğidine mahsustur...


Tütünü bilir misin?

"Kız saçı" demiş zeybekler,

Su içmez her damardan,

Yerini kolay beğenmez,

Üşür

Naz eder,

Darılır

İki parmak arasında kıyılmış,

Bir parçası var kalbimin

İncecik, ak kağıtlara sarılır,

Dar vakit yanar da verir kendini.

Dostun susan dudağına...


Sokaklardan,

Kıyılardan,

Gök mavisinden,

Ekmeğinden,

Canevinden ayrı düşmeye

Yani bütün hasretlerin kahrına

Ve zehrine çaresiz kalmaların,

İlk nefesi Hızır gibi yetişir

Cibalide sarılan cıgaranın...


Tütün işçileri yoksul,

Tütün işçileri yorgun,

Ama yiğit

Pırıl - pırıl namuslu.

Namı gitmiş deryaların ardına

Vatanımın bir umudu...