I. TÜRKİYE
Benim gökyüzüm niye bu kadar dar
Devrimim solgun, bayrağım üzgün
Issız bir gemi gibi dalgalanıyor
Meyhanede kabaran bir hesap pusulası
Büyüdükçe büyüyor, gelen içmiş giden içmiş
Cüzdanım boşalmış, yalnızlığım yorgun
Türkiye’yim, bir tokat gibi uzanan dünyaya
Bir yarımada, demek ki üç yanım deniz
Benim gönlüm niye bu kadar dar
Kuşlar uçmuyor artık, kurtlar ulumuyor
Yalnızım, dünyalar dünyalar kadar
Alacakaranlıkta, bir sokak arasında ağlıyor çocuğum
Arada bir denize bakıyor, deniz bataklık
Nereye gideyim, Türkiye’yim, önüm karanlık
Durup durup körlerin alfabesine çalışıyorum...
(Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi)
II. KUŞAĞIM, ACILI KUŞAĞIM
Kuşağım, acılı kuşağım
Acılarla sevinçleri böyle yoğun yaşamak
Kimselere nasip olmadı.
Bize düştü tarih ırmağının önünü açmak
Gülsün diye geleceğin çocukları.
Kuşağım, acılı kuşağım
Biz sınadık üstümüzde yiğitliğin ve tedirginliğin
Bütün urbalarını.
Ağlıyorum şimdi bir tabutun önünde
Biraz sonra eve gidip bir şiir yazacağım
Yaşamın güzelliği üstüne.
Can çekişirkenki çığlıkları bir insanın
Karışıyor, yeni doğmuş bir bebeğin
İlk çıkardığı o sese.
Kuşağım, acılı kuşağım
Yolumuz aynı anda düşüyor
Mezarlıklara ve doğum evlerine.
-Masanın üstünde kuruyor ekmek
Duvara asılı saz öylece kaldı.
Bir şiir çıktı cesedin cebinden
Oysa hiç bilmezdik şiir yazdığını.
Bu resim mi? Memleketinde bıraktığı o kızın resmi
Ara sıra söz ederdi bana ondan
Azıcık şarap filan içince;
Sonra uzun uzun susardı.
Ölüsünü polisler aldı.
Bu çiçeği onun için aldım, koymak için mezarına
Bulabilirsem gömüldüğü yeri.
Üç beş kitabı var burada, bir takım da elbisesi,
Sonra bir de bu sazı var.
Ve üstünde dişlerinin izi duran kuru ekmek.
Bugünkü gazetelerde bir de resmi var
(Gülümsemiş o resimde, niye gülümsediyse
Başka bir resmi de yoktu verecek)
Ve resmin altında bir yazı:
“Anısı biz var oldukça sürecek!”
Kuşağım, acılı kuşağım
Bize düştü bütün ölümlere göğüs germek!
(20. Yüzyıl Türk Şiiri Antolojisi, S. 549-550)
III. ÖLÜM BİLE
Ölüm bile geç kaldıktan sonra
Bütün ilkleri sona bırakmanın
belki de tam zamanı
Ben her şey bir ırmaktır sanırdım
Bunun için günlükler tutmaya kalktım
Ve tarihleri karıştırdım nasıl da
Aldım şapkamı gidiyorum şimdi
İniyorum kentin çekirdeğine
Kendime yeni dalgınlıklar buldum son günlerde
Dev yapılar ufuk çizgisinin önünde
birer parmaklık gibi
Kırmaya kalksam çocuklar uyanacak
Ben odama döneyim en iyisi
Öyleyse niye yağmur
Niye bir kız saçı gibi sokaklarda
Aynaya baksam kalbim görünür
Aklımda gitgide büyüyen yara
Bir ağacın en uzak dalı gibi sessizce çürür
Ölüm, evet ölüm bile geç kaldıktan sonra...
(1986. Burada Gömülüdür 1, S. 405)
IV. AĞIT
Çiçekçi bana bir gül ver
Sevgilime değil, bir ölü için
Çiçekçi bana bir gül ver
İçine gözyaşlarımı sığdırabileyim.
Yakasına böyle bir gül takmıştı
O gün bir görseydin sen onu
Çiçekçi bana bir gül ver
Sanki o güldendi bütün mutluluğu.
Sen de: -Bir arkadaşın öldü!
Ben diyeyim: -Kardeşim!
Çiçekçi bana bir gül ver
Götürüp tabutuna iliştireyim.
Kaldırımlarda kömür tozları
Bacalarda koyu bir duman var
Kara bir gökyüzü tek özelliği bu kentin
Çiçekçi bana bir gül ver.
Kapalı perdeleri açabilse gülüm
Kapalı kapıları kırabilse
Kapalı yüreklere girebilse...
Çiçekçi bana bir gül ver
- Beyim, gül olmaz ki bu mevsimde!
(20. Yüzyıl Türk Şiiri Antolojisi, S. 547-548)
V. BUGÜN DE ÖLMEDİM ANNE
Yüreğimi bir kalkan bilip, sokaklara çıktım
Kahvelerde oturdum, çocuklarla konuştum
Sıkıldım, dertlendim, sevgilimle buluştum
Bugün de ölmedim anne.
Kapalıydı kapılar, perdeler örtük
Silah sesleri uzakta boğuk boğuk
Bir yüzüm ayrılığa, bir yüzüm hayata dönük
Bugün de ölmedim anne.
Üstüme bir silah doğruldu sandım
Rüzgâr, beline dolandığında bir dalın
Korktum, güldüm, kendime kızdım
Bugün de ölmedim anne.
Bana böylesi garip duygular
Bilmem niye gelir, nereye gider?
Döndüm işte; acı, yüreğimden beynime sızar
Bugün de ölmedim anne.
(Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi, S. 412)