Ahmet Hamdi Tanpınar tarafından kaleme alınmış olan bu mektup, Antalya’da lise öğrenimi gören bir kıza ithafen yazılmıştır. Bu mektubu Mehmet Kaplan da incelemiş ve mektuba "Antalyalı Genç Kıza" adını da yine Mehmet Kaplan vermiştir. Mektup, Tanpınar’ın hayatından kesitleri ve sanat anlayışını anlatmaktadır. Bu yönden poetik bir metin hüviyeti taşımaktadır. Biz de bu yazımızda bu eserden yokla çıkarak Tanpınar'ın sanat ve şiir üzerine düşünce ve görüşlerini elimizden geldiğince incelemeye çalışacağız.


Tanpınar, mektubun giriş kısmında uzun süre cevap veremediğini ve kendisini merak eden bir genci bekletmek istemediğinden bahsetmektedir.

Tanpınar bu mektubu yazma sebebi olarak Antalyalı genç kızın da kendisiyle aynı hayatı yaşamış olmasını sebep gösterir. Zira Tanpınar’ın kendisi de Antalya’da büyümüş, ilk şiirlerini Antalya’nın sahillerinde denize bakarak ya da meyve bahçelerinde dolaşarak yazmıştır. Bu sayede kendisinin edebiyattan başka bir şey yapamayacağını anlamış ve yavaş yavaş bir hülya adamı olmuştur. Babasının kadı olması dolayısıyla pek çok şehirler gezen Tanpınar, çok karlı bir günde Ergani madeninde kendine rastlamıştır. Bu rastlama dolayısıyla her karlı günde bu günü hatırlayacaktır.

Ergani’den sonra Sinop’a giden Tanpınar, burada denizle dost olmuştur. Sinop’ta gemi imalathanesinde çalışmaya başlamış ancak onun asıl ilgisini çeken dalgaların denizde gidiş ve gelişi olmuştur. Siirt’te ise akşam saatlerinde çöken yalnızlığı ve yıldızlı geceleri tanımıştır. Burada yıldızlarla fazlasıyla meşgul olan Tanpınar, kendisine yıldızlardan bir hayal alemi kurmuş ve bu alem içerisinde mana kapıları aralanmıştır. Kerkük’te de yine gece ve yıldızlarla oldukça haşır neşir olmuş ve muhayyilesini geliştirmiştir.

1916 sonbaharında Antalya’ya gelmiştir. “Tek başıma, geceleri deniz kıyısında veya kayalıklarda, Hastahanebaşı'nda gezmek hakkım vardı. Karanlık epeyce inip de kayaların gölgesi beni korkutana kadar orada kalırdım. Denizin iki manzarası beni çıldırtırdı. Biri bu kayaların sahile bakan yerinde, sabah ve akşam saatlerinde, durgun denizin ışığıyla dipteki taş ve yosunlarla aldığı manzara; biri de öğle saatlerinde güneş vuran suyun elmas bir havuz gibi genişlemesi...”

Bu manzaralar Tanpınar’ın çözemediği ve onun sanatına altyapı oluşturacak unsurları meydana getirmişlerdir. Daha sonraları dostları, Ali Kemahlı ile Nail’in evlerine giderken yine aynı manzarayla karşılaşır. Fakat bu kez, daha önceleri göremediği bir şeyi görmüştü bu manzarada. Bu gördüğü şeyi tam olarak adlandıramamıştı. Bu denizin ve aydınlığın dersi miydi? 

Bu gördüğü yeni şeyin mühim bir şey olduğunun farkındaydı Tanpınar. İşte bu görüşten sonra kendini şiire adamakıllı vermiştir. O zamana kadar sadece roman okumayı seven Tanpınar, bu “yeni görüş”ten sonra psikolojik bir bilinmezlik ve muamma karşısında olduğunu sezmiştir. Bu muammayı da ancak gördüğü şeyle çözümleyebileceği bilincine varmıştır. Tanpınar, eğer bu manzaranın sırrını çözebilirse kendisine ait bütün soru işaretlerini çözebileceğinin bilincindedir. Fakat henüz bu sırrı çözebilecek yetkinliğe sahip değildi. Bu sırrı “büyülünmek” kelimesiyle anlatabiliyordu. Ancak bunun da yeterli bir terim olmadığının farkındaydı. Bir türlü çözemediği bu sır gelecek zaman ve sanat anlayışına derin bir tesirde bulunacaktı.

Tanpınar, 1921 yılında Antalya’ya bu kez tatil için gelmiştir ve aynı manzara ile tekrar karşılaşmıştır. Manzara muhteşemdi ve Tanpınar’da ölüm düşüncesini canlandırıyordu. Bu tesir ona çok yoğun ve ezici geliyordu. Bu manzarayı gördüğü ve bu dayanılmaz tesiri hissettiği sene, Tanpınar’ın kendisini şiire adamakıllı verdiği senedir. O güne kadar Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’i tanıyan Tanpınar, hayatında ilk defa kendi şiirini, kendi eseri dışında görmüştür. Tanpınar’a göre insanın kendisini keşfetmesi ancak gündelik küçük meselelerden sıyrılması ile mümkündür. İnsanın talihi, kendi içerisinde çok gizli bir yerdedir. Ancak 1921 senesinde henüz bunu kavrayacak çağda değildir. Tanpınar henüz düşün derinliklerinde yahut psikanalitik düzeyde düşünmüyordu. Ele aldığı ve üzerinde durduğu yegâne şey dildi.

Yine bu günlerde farklı bir manzara ile daha karşılaşmıştır Tanpınar. Bu manzara Güvercinlik adlı deniz mağarası manzarasıydı. Tanpınar bu manzaralar ile karşılaşmış fakat bu manzaraları kendi içerisinde bir keşif haline dönüştürememiştir. Ancak onun estetik anlayışının temeli olan “Rüya” fikri de yine bu manzaralara bağlıdır.

Huzur adlı romanın iç zemini ve estetik unsurları da Hastanebaşı'ndaki kayalar, Güvercinlik ve deniz manzarası üzerine kuruludur. Bunlar eserdeki gizli bağlardır ve eser ancak dikkatle ele alınırsa görülebilecektir. Fakat Tanpınar’a göre “hayaller” dünyanın bir tarafını kaplıyorken diğer tarafını da “çocukluğunun yıldızlı geceleri ve insana yalnız nefsinin ve aczinin sembolü dağlar, bir tarafını deniz üzerine attıkları” teşkil eder. Bu temel unsurlar Tanpınar’ın şiirinin “Algebre” tarafını teşkil eder. “Yıldızlı gece ve denize, dağın içimizde uyandırdığı yalnızlıktan gittim.” diyor Tanpınar. Bu gördüğü manzaralar, onun için gidilecek yolun gidilmesini sağlayan vasıtalardır. Ancak manzaraları bu şekilde yorumlayabilmek basit bir iş değildir. Manzaralarda bu manaları anlayabilmek için, “Hayata İstanbul gibi bir deniz şehrinden bakmam gerekirdi.” diyor Tanpınar. Kendisi de hayata İstanbul ve eşsiz manzaralı pencerelerinden bakmış ve bu manzaraları “örebilmiştir”.

Tanpınar’ın şiirde ve fikirde ilk karşısına çıkan ve onda tesir eden, daha sonra da hocası olacak olan Yahya Kemal’dir. Yine Haşim’i de okumuş ve sevmiştir. Bu iki şair ve sanat anlayışları Tanpınar’da öylesine derin tesirlerde bulunmuşlardır ki, Tanpınar bu şairlerden önce tanıdığı tüm şairleri unutmuştur. 

Yahya Kemal’in şiir üslubu, klasik üsluba oldukça yakındır. Onun şiirlerini okuyan Tanpınar’a eski “klasik” şiirlerin lezzetini ve tadını vermiştir. Yine divan şairi olan Gâlib, Nedîm, Bâki ve Nâilî gibi sanatçıları da Yahya Kemal’den öğrenmiş ve yine onun sayesinde sevmiştir.

Yahya Kemal’in, Tanpınar üzerindeki tesiri ise şiirlerindeki mükemmeliyet fikri ve dil güzelliğidir. Tanpınar estetik anlayışının Yahya Kemal ile aynı olduğunu söyler. Yine millet ve tarih alanlarındaki duyuşa da Yahya Kemal sayesinde ulaşmıştır. Zaten "Beş Şehir" adlı kitabı da Yahya Kemal’in göstermiş olduğu düşünce yolundadır ve eser de ona ithaf edilmek istenmiştir.

Ancak Tanpınar’ın şiirindeki asıl büyük tesir Fransız şiirinden ve Fransız şiirinin Baudelaire-Mallarme-Valery kolundan gelir. Yine Gerard de Nerval, Hoffmann, Edgar Allan Poe, Goethe, Dede Efendi, Mozart, Beethoven, Bach ve “impressioniste” ressamların da sanatında büyük bir tesiri vardır. Bunların yanında yine en sevdiği romancı olan Marcel Proust’u da özellikle zikreder Tanpınar. Asıl estetiği ise Valery ile tanıştıktan sonra vücut bulmuştur. Bu estetik anlayışını da yine “Rüya” ve “şuurlu çalışma” etrafında toplamaktadır. 

 “Valery'nin, "velev ki, rüyalarını yazmak isteyen adam bile azami şekilde uyanık olmalıdır," cümlesini, "en uyanık bir gayret ve çalışma ile dildeki bir rüya halini kurma," şeklinde değiştirin, benim şiir anlayışım çıkar.” diyor Tanpınar.

Tanpınar’ın demesine göre "Ne İçindeyim Zaman'ın" adlı şiir, insan ile kozmosun (evren) birleşmesinin bir ürünüdür ve bir rüya halidir. Bu konuda şiir ile roman tamamen birbirinden ayrılır. Şiir ile romanın bağlayıcı bir unsuru bulunmamaktadır. Zaten Tanpınar’ın da şiir anlayışına göre şiirdeki asıl unsur “rüya” olmaktan ziyade bazı rüyalarda hissettiğimiz duygu durumudur. Musiki de tam olarak burada devreye girer. Zira bu duygu müziğin, müzikle bir iş olarak uğraşmayan kişilerde uyandırdığı hisse benzer. Tanpınar’a göre bu his oluştuğu anda okuyucu başka bir zamana intikal eder. Bu mekan ki “başka türlü ritmi olan ve mekan ile, eşya ile içten kaynaşan bir zaman”dır.

İkinci bir şiir olan “Boğazda Akşam” şiiri, şiirin manalar aleminden ziyade şiirin örgüsünü anlatır. Bu şiirin ana kahramanı bir buluttur. Bu bulut her seferinde farklı formlara girerek yeniden doğar. Böylece bu bulut (obje) etrafında bir atmosfer kurulmuş olur. Burada musiki ile bulut arasında bir benzerlik vardır. Musiki de bulut gibi sürekli değişerek kendi alemini içimizde kurar. 

“Bunların dışında şiirin yapısı, yahut neticeye bizi vardıracak çalışmanın kendisi gelir.” Tanpınar’a göre şiir bir “şekil” meselesidir. Ona göre şiirde şekil, zaman içerisinde şahsi bir teknik haline gelir. Bu sayede de şiir diline önce şairin kendi sesi bununla beraber de benliği ve hayat tecrübeleri girer. Yine Tanpınar’a göre “insan biraz da sestir”. İnsanın sesi içerisinde bulunduğu duygu duruma göre daima değişiklik gösterir. İnsanın bütün hisleri ve iç varlığı olduğu gibi sesine yansır. “Çığlık şiirin yapısıdır. Bütün mesele dili bir sesin kendisi yapmaktır.” Bu da şiirde mısra mısra olacak bir şeydir. Her mısra bir şekildir. Tanpınar burada hocası olan Stephane Mallarme’den bir alıntı yapar: “Birçok kelimeden yapılmış hususi bir dalgalanması olan tek ve uzun bir kelime.” Tanpınar da bu tarife katılmaktadır. Yine Valery’de şairde kulağın daima uyanık bulunması gerektiğini söyler ki, bu da Stephane Mallarme’nin dediğiyle aynı şeydir. Zira kulak şiirdeki en büyük kontrol unsurudur. Tanpınar’a göre şiirdeki en zor şey ise “İnsanın kulağıyla tam bir iş birliği yapmasıdır.” Kulak hem şaire ait olmalı hem de şairi kontrol edecek tarafsız bir unsur olmalıdır. Şiir ancak bu şekilde musikiye yakınlaşır. Şairin kulağının dikkati, onun his ve heyecanları uğruna ortaya konan eserin sanat seviyesinin düşük olmasının önüne geçer. Kulak şiirle şair arasına girer. Şair yine kulak sayesinde şiire en uygun şeklini verir. 

Tanpınar’a göre “Şiir, söylemekten ziyade bir susma işidir.”

Tanpınar sustuğu şeyleri hikaye ve romanlarında anlatır. Bu yüzden kapalı alemler üzerine kurulu olan şiir alemlerinin anahtarlarını roman ve hikayeleri verir. 

Yine Tanpınar’ın şiir ve sanat anlayışında Bergson’un “zaman” anlayışının önemli bir yeri vardır. Tanpınar, Bergson’u pek az okumasına rağmen yine de sanat anlayışında ondan etkilenmiştir. Yine Schopenhauer ve Nietzsche’i de çok okumuştur. Rüya meseleleri ise Tanpınar’ı Freud ve psikanalistlere götürmüştür. 

Mektubunu ise Antalyalı Genç Kıza güzel dilekleriyle bitiriyor Tanpınar. 


Sonuç:

Bu yazımızda Ahmet Hamdi Tanpınar tarafından kaleme alınmış olan Antalyalı Genç Kıza Mektup adlı metin ele alınmıştır. Okuruna ve meraklısına fayda sağlaması dileğiyle.