Fotoğraf: İstanbul, Gümüşsuyu, 1959



Huzur, baştan sona kadar Tanpınar’ın fikir dünyasının içinde, yakın çevresi; mûsikî, edebiyat camiasının mihverinde ekseriyetle dolanan bir romandır. Estetik, fikir, tarihi-protesk roman olarak çoğu türe yorulsa da Huzur, sanki tüm bunların

dışında bir yerde kendi varlığını okuyucuya sunan bir eserdir. Ahmet Hamdi

Tanpınar’ın “zahmetsiz tek bir cümlesi olmayan”¹, sanatkârane, her küçük detay

için yürütülmüş fikir dolu cümleleri, kalıpları Huzur’u bir şiirin romanı

haline getirir. Romanın içerisinde Tanpınar’ın imgeleri sık sık karşımıza çıkar.

Yekpâre, zaman ve rüya kelimeleri, karakterlerin yaşamında yer edinir. Tanpınar denilince zaman akla gelir. Zaman, Huzur’un her tarafını kapladığı gibi

kurgusuna da etki eder. Tıpkı Joyce’un Ulysses’i gibi zaman, kısa bir günün

içerisinde geçer. Dört bölümden oluşur ve ilk bölüm ile dördüncü bölüm arasında

kalan ikinci ve üçüncü bölüm hatırlamalardan ve geriye dönüşlerden ibarettir.

Zaman, İhsan’ın hastalığından İhsan adlı bölümle başlar ve Mümtaz bölümüyle

sona erer. Bir günlük süre içerisinde roman, harbin başlaması ve İhsan’ın

bir ihtimal ölmesiyle sona erer.


Elbette yazardan uzaklaşıp eseri daha metin odaklı kılabiliriz. Fakat Tanpınar,

Huzur’un, içinde dolaşan ve artık akıp gitmesi gereken bir sanat eseri haline

geldiğini bir söyleşide şöyle açıklıyor:


“Huzur’un macerası… İkinci Cihan

Harbi’nin başladığı gece ben, tıpkı kahramanım Mümtaz gibi bir hastanın

başucunda, fakat ondan daha büyük bir hastayı düşünerek sabahladım. Ve harbin

başladığını sabahleyin sokakta ecnebi bir radyonun verdiği havadisten öğrendim.

Son senelerde, üçüncü bir cihan harbini insanlık için sakınılmaz bir akıbet

gibi hissedince, o gece düşündüklerimi şahsi bir şehadet olmak üzere yazmak

istedim. Huzur böylece bir gecenin hikâyesi olacaktı. Fakat Mümtaz yakamı

bırakmadı. O bana evvela şahsi macerasını, yani geldiği ufukları, sonra da

meselelerini emretti. Her kahraman kendi dünyasıyla peşime takıldı. Onları

münakaşa etmeye mecbur kaldım. Böyle bir küçük hikâye, roman oldu…”²


Berna Moran’a göre Huzur, otobiyografik özellikler taşıyan, yazarın kendi yaşamını, kendi aşkını ve kendi sorunlarını anlatan bir romandır.³ Bu yolda biraz gidilince

Huzur’u yazma aşamasındayken Tanpınar’ın hayatında nelerin olup bittiğine göz atmak gerekiyor. Tatyana Morana’ya göre Huzur’daki Nuran, Heykeltıraş Zühtü

Müridoğlu’nun eşi Seniha Hanım olabilir. Tanpınar’ın Seniha Hanım’la

karşılaşması Seniha Hanım’ın eşinden ayrıldığı günlere denk gelir ve Nuran’ın

da Mümtaz’la karşılaşması Nuran’ın eşinden ayrıldığı günlere rastlar.⁴


Bu benzerlikler, tesadüfler doğrudan bir aktarış değildir. Yine de anlatıcı,

Mümtaz’ın kelimelerinde gezinirken hep Nuran’ın ölçülemez derecede ideal olan

kişiliğine methiyeler dizer. “Tanpınar her zaman âşık olur. Zaten aşksız

yazılamayacak eserlerin sahibidir. Yaşayamadığı, ulaşamadığı aşkı, romanlarında idealize eder. Huzur’daki Nuran, Tanpınar aşklarının temize çekilmiş biçimi gibidir.”⁵


Huzur dört bölümden oluşur. Mümtaz’ın merkezde olduğu bölümlerde Mümtaz’ın hayatına etki edecek biçimde sıralanmıştır bölümler. İhsan, Nuran, Suat ve Mümtaz bu bölümleri oluşturan isimlerdir.

 

İhsan:


İhsan, Mümtaz’ın amcasının büyük oğludur. Tarih öğretmenidir. Mümtaz ona “ağabey” diye seslenir. Mümtaz, İhsan için: “Bende İhsan’ın tesiri büyüktür. Asıl hocam odur.

Onun sayesinde o kadar az yoruldum ki… İhsan’ın en güzel tarafı, insan için

yolları kısaltmayı bilmesidir.”⁶ der.


İhsan, geçmişten bağlarını koparmamış, büyük oranda kültürün devamlılığını sağlayan bir aydın tipindedir. Modernleşmeye de karşı değildir. Mümtaz’ın fikirlerine her zaman destek vermese de Suat’a verdiği önemden fazlasını verir. “Mümtaz, Tanpınar’sa İhsan, Yahya Kemal” gibidir.⁷ Çünkü bir akıl hocası, yolculukta ona yol gösteren bir rehber gibidir. Hem Mümtaz’ın babası da onun gibi biri olması gerektiğini söylemiştir

Mümtaz’a.



İhsan, alaturka mûsikîyi, tarihi, politikayı ve felsefeyi takip eder. Mutasavvıflarla

görüşür. Modern bir milliyetçi tavrı çizer. Büyük bir Türk tarihi yazmak

istediğini söyler. İhsan, kendi muhitinde olan Suat, Fahir ve Mümtaz’la

sohbetler kurar. Mûsikîşinasları çağırır, onlara müziklerini icra etmelerini

söyler ve çeşitli fasıllarla eskinin izlerini sürer. İhsan: “Masal bir anda,

biz istiyoruz diye teşekkül etmez. O hayatın içinden fışkırır. Hele mazi ile

bağlarımızı kesmek, garba kendimizi kapatmak! Asla! Ne zannediyorsunuz bizi!

Biz şarkın en klasik zevkli milletiyiz. Her şey bizden devam istiyor.” diyerek

kendi konumunun sınırlarını çizer ve Suat’a, Mümtaz’a bu sınırın gerisinden

seslenir.


Nuran:


Bu bölüme başlanırken anlatıcı, anlatacağı hikâyenin dünyanın en basit cebir

muadelesini hatırlatacak kadar basit bir aşk hikâyesi olduğunu söyler.

Hakikaten öyle midir? İlerleyen sayfalarda muazzam bir aşkın tasavvurunu,

Mümtaz’ın mûsikî makamları gibi ahenk dolu seyrederken aslında arka

planda Nuran’ın küçük sebeplerle nasıl Mümtaz’dan ayrıldığına şahit oluruz.

Mümtaz, Nuran’a bir vapurdayken rastlar ve bu rastlaşmalar sonucu Nuran da ona

karşı hislerini açar.


Nuran, baba tarafından Mevlevî, anne tarafından Bektâşi’dir. Annesinin babası Talat Bey, bir mûsikîşinas olduğu gibi, dayısı da Tevfik Bey de mûsikîden anlar, ayrıca icra eder. Edebiyat Fakültesini bitirir.


Nuran, Tanpınar’ın ve Mümtaz’ın ya da anlatıcının her seferinde aşık olduğu, bir medeniyetin izlerini, doğu-batının kültürünü sezdiği bir kişiliktir. Nuran, geçmişte kalan ama yokluğu hep hissedilen nostaljik bir hevesin adı gibidir. Müzik, İstanbul ve görkemli şarkın maziyle karışmış kokusunun temayülleri hissedilir. Onda, Mümtaz’daki her bir fikrin yarım kalmış tarafı, Mahur Beste’nin ve Sultanîyegâh’ın notaları bulunur. Bir medeniyetin Kafkaslar’dan Balkanlar’a kadar içinde yaşayıp çoğalttığı hallerin tasviri ve mazinin asırlık mirası sezilir. Nuran, hep anı yaşamanın peşindedir. Mümtaz’a göre ise Nuran “yaşanan zamanın ötesinden” gelen biri gibidir. Nuran, Klasik Türk Şiiri’nin sevgili motifini alır ve “sevgilide bütün kâinatın toplanmasını” içeren şiirler gibi fanîliğin ötesinden Mümtaz’a yansır.


Mümtaz, bu muhayyel temsilini “Düşünce, sanat, yaşama aşkı, hepsi sende toplandı. Hepsi senin hüviyetinde birleşti. Senin dışında düşünememek hastalığına müptelâyım.” diyerek Nuran’a da aktarır. Heidegger’in “Düşüncenin evi dildir.” söylemine karşı Mümtaz: “Şimdi vücudun düşüncemin evidir.” der Nuran’a ve ayrıldıktan sonra bu eksikliğini kendinde hisseder.


Nuran, Fahir’le evlenmeden önce Suat, Nuran’a aşık olur fakat Nuran Fahir’le evlenir.

Nuran, Mümtaz’la Fahir’le ayrıldıktan sonra görüşse de birinci bölümün sonunda

ve dördüncü bölüme başlamadan Nuran’ın Mümtaz’dan ayrılıp tekrar Fahir’le

barıştığını okuruz.


Mümtaz, Nuran’la karşılaştığından beri hep onu kaybetme korkusuyla, evlenememe

ihtimaliyle endişededir. Nitekim bu hisleri onu yanıltmaz. Suat bir gün kendi evlerinde intihar ettiğinde, Nuran artık sevmekten bahseden kitap dahi okuyamayacağını, bu aşkı artık yapamayacağını söyleyip Mümtaz’ı terk eder.


Nuran’dan ayrılan Mümtaz, “Neden böyle oldu; niçin herkes bana böyle yükleniyor? Huzurdan bahsediyordu. Peki benim huzurum nerede kaldı? Ben yok muydum? Bu kadar yalnız ne yapacağım?” gibi sorular sorar. Daha sonra “Huzur’u Nuran’da değil, içimde aramalıyım. Bu da ancak feragatle olur.” der.

 

Suat:


Suat, Mümtaz’ın uzaktan akrabasıdır. Romanda Mümtaz’a karşı bir kıskançlık ve

fikirlerine karşı zıt bir duruşu vardır. Mümtaz, Nuran ile beraberken Suat, Nuran’a bir aşk mektubu yazar. Mümtaz’ın saadetinin bozulmaya başlaması aslında Suat’ın hayatlarına başta küçük müdahalesiyle gerçekleşir. “Suat, sarhoş, sefih, her türlü ahlâk kaidelerinin dışında bir hayat sürer. (…) Suat mizacına uygun bir sosyal görüşe sahiptir. Allahsız ve anarşisttir.”⁸


Bir gün yine İhsan, Mümtaz ve Nuran’ın da bulunduğu bir zamanda herkese içinden geçenleri, bir cinayet tasarımının hikâyesini anlatır. “Emin olun buna…” der Suat: “Her

düşüşün altında bir başkası vardır.”


Suat, intihar ettiğinde artık Mümtaz’ın yapacağı bir şey kalmamıştır. Onu ölümünden sonra bile rahat bırakmamak için intihar etmiş gibidir. Herkese ve her şeye karşı bir başkaldırının en son raddesini tamamlamıştır. “Suat, Mümtaz’ın bölünmüş kişiliğinin karanlıktaki yarısıdır. Yani kader, gene kişisel ve kaçınılmaz psikolojik yapıdır. Nitekim Suat öldükten sonra bile Mümtaz bölünmüş kişiliğinden kurtulamayacak, romanın sonuna doğru deliliğe ilk adımını atacaktır.”⁹

 

Mümtaz:


Mümtaz, ana karakterdir ve romanda kısa denilebilecek olaylar Mümtaz’la doğrudan ilişki içerisine girer. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesin’de asistandır. Yirmi yedi yaşında, yakışıklı bir gençtir.


Mümtaz, entelektüel hayatın içerisinde fikrini açıkça söylemekten çekinmez. Tıpkı

Tanpınar gibi haksızlıklar karşısında sessiz kalamaz. Onun gibi sanatkârca tavırlardadır. Tefekkür halinde her detayın ve fikrin izindedir.


Mümtaz, Şeyh Galip’in bir romanını yazmayı düşünür. Üçüncü Selim devrinin portresini çizebileceği, eskiyi çağırabileceği bir romanın yaratım aşamasındadır. Hatta bu kitabın kurgusu için “Belki hayatı zemin gibi alması, onu birkaç kişinin etrafında toplaması yeter.” diyerek birkaç kişinin etrafında toplanan Huzur’a bir gönderme de yapar. Nuran gidince Mümtaz Şeyh Galip için bir şey düşünemez. Çünkü “O gidince adeta mazi silinip gitmiş.” olur.


Nuran “Niçin eskiye bu kadar bağlıyız?” diye sorar Mümtaz’a. Mümtaz: “İster istemez onların bir parçasıyız.” der. “Elimizde iyi kötü bize maziyi açacak bir anahtar var…”


Mümtaz zaman kavramıyla uğraşan, şimdiyi ve anı yaşamak yerine maziyi ya da istikbâli yaşayan bir kişidir. Massignon, “Müslüman şarkta zaman yok, anlar vardır” der. Mümtaz da anların zamanı geri plana ittiği bir yerdedir. Her eyleyişi bir fikrin üzerine kuruludur. Suat ve İhsan, Mümtaz’ın bu kopuşunu sürekli eleştirirler. Mümtaz bir rüyanın içerisindedir. Kesik kesik görünene saadetin parçalarını toplayıp bir araya getirmeye çalışırken elindeki her şeyi kaybetmenin sessiz yankılarına kulak veremez.

 

Her karakter mûsikîyle örtüşür, mevcut zamanın durumunu tahlile kalkışır. Ana karakterden yan karakterlere kadar bu tarihî, sosyolojik çözümlemeler, tezler birilerine ya sunulur ya da birileri tarafından bu tezler çürütülmek veya düşünülmek üzere değerlendirilir.


Tanpınar, romanın adının neden Huzur olduğu hakkında şunları söyler: “Çünkü huzursuz bir dünyada yaşıyoruz. Çünkü insan kendisi ile barışık değil. Değerler karşısında ve insan karşısında yeniden düşünmeye mecburuz. Çünkü her şeyden şüphedeyiz. Ve nihayet arkamızda eskisi gibi o kadar kuvvetle Allah’ı hissetmiyoruz. Hülasa huzursuzuz, onun için…”¹⁰


Romanın akışı içerisinde karakterler ve anlatıcı, belli yerlerde gazellerden hatırlatmalar yapar. Nâilî, Neşâti ve Şeyh Galip ve Yahya Kemal bu gazellerin şairleridir. Huzur’daki bu gazeller, Tanpınar’ın XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi kitabında da yer alır. Huzur’un ve XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi’nin aynı yılda yayınlandığı göz önüne alındığında Tanpınar’ın Huzur’a ekleme yaptığı bu beyitlerin kaynağı da anlaşılmış olur.


Neşatî’nin nihanız redifli gazelinin son beyitini Mümtaz, bir yığın âdâbın, teşrifâtın ve

medeniyetin göze çarptığı Emin Dede’ye bakarken aklına getirir.

 

Ettik o kadar ref’-i taayyün ki Neşâti

Âyîne-i pür-tâb-ı mücellâda nihanız

 

XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi’nde bu beyit için “Öyle ki insan bu gazeli XVI. Asırdan

kalmış lâke bir kitap cildi veya kendi asrının bir yazı levhası gibi hayranlıkla seyredebilir. Bununla beraber en ufak dikkatte, son beyite kadar bütün gazelin tıpkı ayrı ayrı makamlardan-mana iklimlerinden-geçerek hep aynı noktaya gelen eski musikimizdeki ‘karar’lar gibi hep ilk mısraın buluşunu tekrar ettiği görülür. Ancak son beyitte Neşâti’nin ilhamı birdenbire silkinir, o kadar dikkat ve zevkle ördüğü arabeski kendi fâni varlığıyla beraber tek bir kanat çırpışında siler ve bizi birlik aynasının kamaştırıcı aydınlığıyla baş başa bırakır.”¹¹

 

Huzur; huzuru yakalamaya, medeniyetin, halkın ve ideallerin analizini yapmaya, kendinden yine kendine döneceği bir yolculuğa çıkmaya çalışan Mümtaz’ın bunlardan hiçbirine kavuşamadığı bir yaşamı tahkiye eder. Mümtaz, biraz Tanpınar’dır biraz da

modern insanın elinden kaçırdığı anlarla birlikte zamansızlığın içinde bocalayıp durduğu bireyin timsâlidir.

 

 

1- Sıddık Akbayır;Ahmet Hangi Tanpınar-Toplu Fotoğraflarda Bile Vesikalık Çıkan Bir Yalnız, Lim Yayınları, S.5 İstanbul 2018


2- Tanpınar’la Huzur Hakkında Bir Konuşma, Kitaplar, S.2,1 Mart 1950. Aktaran: Erol Gökşen; Hep Aynı Boşluk: Ahmet Hamdi Tanpınar, Dergâh Yayınları, İstanbul 2016.


3- Berna Moran; Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış I, 2. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul 1987.


4- Tatyana Moran; Dün, Bugün, 4. Basım, İletişim Yayınları, İstanbul 2000.


5- Sıddık Akbayır; Ahmet Hangi Tanpınar-Toplu Fotoğraflarda Bile Vesikalık Çıkan Bir Yalnız, Lim Yayınları, S.21 İstanbul 2018


6- Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2020.


7- Mehmet Kaplan; Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar 2, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1984


8- Handan İnci, Gönderilmeyen Mektup, Ahmet Hamdi Tanpınar, İkaros Yayınları, İstanbul 2015.


9- Jale Parla, Don Kişot’tan Bugüne Roman, İletişim Yayınları, İstanbul 2020.


10- Tanpınar’la Huzur Hakkında Bir Konuşma, a.g.yt


11- Ahmet Hamdi Tanpınar, XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Yapı Kredi Yayınları, S.33, İstanbul 2010.