Gündüzün gözünden yüzünü sakınan Haşim...

Çocukluğunu sert bir baba ve hastalıklı bir anne ile geçiriyordu. Babasından görmediği şefkat ve ilgiyi annesinin hastalıklı bedeninde arıyordu, üstelik daha 8 yaşındaydı. Annesi rüzgarda savrulan bir yaprak misali uçup gitmişti. Bu ayrılık çok sarsmıştı küçük Haşim'i, içine kapanık bir çocuk haline gelmişti. Kendini hiç beğenmiyordu. Yüzündeki yara her şeyi açıklıyordu aslında, çirkinliğinden şöyle bahsediyordu:

"İri, yağlı bedeni üzerinde duran koca kafası, kısacık boynu ve yüzündeki yara iziyle bir ucubeyi andıran çirkin ve zavallı bir adam."

Kendini o kadar değersiz ve hor görüyordu ki gündüzleri kendine haram kılıyor, geceleri ise yalnızlığına ve sessizliğine yol alıyor, yarattığı hayali beldesine gidiyordu. Orada her şey onun istediği gibiydi. Kadınlar güzel, ince ve saftı. Hatta hayali beldesine şiir yazmıştı. "O belde" demişti.


"Denizlerden

Esen bu ince hava saçlarınla eğlensin.

Bilsen

Melal-i hasret ü gurbetle ufk-ı şama bakan

Bu gözlerinle, bu hüznünle sen ne dilbersin!"


Bütün hayatını anlaşılmamış olduğunu düşünerek ama inatla anlatmaktan vazgeçmeyerek geçirmişti. Mucizeye, büyüye hatta masala bile inanan Haşim, bir kadının onu seveceğine inanmıyordu. Olsun, o hayali beldesindeki kadına âşıktı. Yine hayali sevgilisine şu mısralarını kaleme almıştı:



Karanfil


Yârin dudağından getirilmiş

Bir katre alevdir bu karanfil,

Ruhum acısından bunu bildi!


Düştükçe, vurulmuş gibi, yer yer

Kızgın kokusundan kelebekler,

Gönlüm ona pervane kesildi...