Akif abi sokağın başına oturmuş, yalanlarını anlatmaya devam ediyordu. Etrafında ilgiyle dinleyen bir kalabalık vardı. Kalabalığın içinde bulunanlar, dinlemenin yanı sıra yarım yamalak bir biçimde hareketlerini inceliyordu. Kararsız kalmıştı bir kısmı Akif Abi’nin anlattıklarının doğru olup olmadığına.
Oysaki ben emindim. Akif abi kesinlikle yalan söylüyordu. Eyüp Sultan şahittir ki bir ilçe sınırlarında bu kadar çok yalan söyleyen başka bir insan gelmemiştir.
Akif Abi, hülyalarını anlatmayı seven bir adamdı. Yalan hastalığına mı tutulmuştu bilinmez... Ama gerçekle yalanı ayırt edemez bir hale gelmişti.
İnanarak söylerdi yalanlarını. Onun içindir ki ilk kez karşılaşanlar, yeni tanışanlar daima doğru konuştuğunu sanırdı. Etkilenirdi pek çoğu. Kadınların bakışı bir anda değişirdi. Erkeklerse hayatlarında ilk kez filozof görmüşçesine sohbete koyulurdu.
Benim için Akif Abi’nin tek önemli özelliği etkili bir hatip olmasıydı. Bulunduğu kabın şeklini alan, bilmediğinin bilincinde olan bu adam garip bir profil çizerdi. Bütün bunları “Sen nereden biliyorsun?” sorusu uzun yıllar soruldu bana da. Nereden bildiğimi söyleyeyim. Akif abiyi uzunca bir süre ben de dinledim.
Kaçınılmaz bir sondu bu durum. Eyüp Sultan’da doğup büyüyen bir çocuksanız Akif abiyle mutlaka anılarınız olur. Genellikle yalancılığını hatırlarsınız. Güzel anılarınız yazdığı senaryoların komikliğidir.
Zararsızdır Akif Abi. Söylediği yalanlar yalnızca kendini bağlar. Birine iftira atmaz. Yalanın ahlakı vardır sözünü şiar edinmiştir. Yaptığının kötü bir şey olduğunun farkındadır. Umursamaz. Tövbe edip etmediği de bilinmez. Bizim buralarda Allah’la kul arasına girilmez.
Kalabalığın arasına karıştım. Amacım Eyüp Sultan Hazretlerine gidip dua etmekti. Duanın vakti yoktur derdi dedem. Bu kez ne anlatıyor diye beklemeye koyuldum. Akif abi, Eyüp Sultan’ı ziyaret eden yazarlarla yaşadığı anılarını anlatıyordu.
Ama ne anlatış. Mahallenin bir ucundan sesini duymak mümkündü. Konuşmasındaki celalli tavrı bütün sokağı sarmıştı. Anlamak için yaklaşmak gerekiyordu. Kimileri susturmak için kalabalığa karışsa da fayda etmedi.
Dinleyiciler uyarıda bulunanlara kızdılar. Akif Abi kitlesinden cesaret alarak güçlendi. Daha gür bir sesle anlatmaya devam etti. Laf lafı açtı. Akif abinin cambazlığı bir türlü bitmiyordu.
“Akif Emre, Turgay Güler, Hasan Öztürk o televizyonda konuşanların hepsi bana uğramadan türbeye gitmezdi.” dedi Akif abi. “Onların ekranlarda yaptığı konuşmaların yarısını ben söylerim. Siyasetten anlamaz adamlar bunlar” diyerek ekledi. Yüzümde gülümseme belirdi.
Benim güldüğümü gördü Akif abi. “Ne o lan Yaşar. İnanmıyor musun sen bana?” dedi. Tepki göstermesinden korktum. “Yok abi, olur mu?” diyerek başımı öne eğdim. “Senin adam yok muydu?” diyerek bastırdı. Anlamadım. “Hangi adam abi?” diyerek yanıtladım.
“Kütüphaneye adını verdi ya, belediye işte o.” dedi. “Ahmet Kekeç mi?” diye cevap verdim.
“Heh çok yaşa” dedi Akif abi. “Benim yanıma hep gelirdi. Elinde kitaplarını tuttuğun adam benden feyz alırdı.”
Cümlesindeki kibirli yana aşırı sinirlendim. Sinirlendiğimi belli ederek “Hadi abi, hadi sana kolay gelsin.” dedim. Cümlelerimi yuttum. İçimden 3 İhlas, 1 Fatiha okudum. Sabır çekiyordum. Ahmet Kekeç’i ne çok sevdiğimi bilirdi. Böylesi bir terbiyesizlik yapmamalıydı.
Türbeye geldim. Eyüp Sultan hazretlerinin huzurunda dualarımı ettim. Türbeden çıktıktan sonra Eyüp sokaklarını seyrettim. İnsanların hem dünyevi hem de ahiret telaşlarına tanık oldum. Göğsüm genişledi. Sinirim geçti. Allah’ın içime verdiği ferahlığa sığındım.
İçime bir kurt düştü. Akif abi, yalanı yanlışı bu kez karıştırmamış olabilir miydi? Söylediklerinin yalan bir yanı olacağından emindim. Amma velakin ya bir noktası doğruysa?
İşin aslını Eyüp’ün sevilen esnafı Korkut ustadan öğrenebilirdim. Korkut abi buraların gediklisiydi. Kulağı kesik denilen cinsten bir adamdı. Beni de çok severdi. Okuluma ve kitaplarıma olan düşkünlüğüm aramızdaki bağın gelişmesine yol açmıştı.
Dini ürünler satan bir dükkânı vardı. Çarşıya doğru yürüdüm. Dükkânın ışıklarının açık olduğunu fark ettim. İnanılmaz bir mutluluk doldu içime. Bu kadar sevineceğimi tahmin etmezdim.
Selam vererek kapıdan içeri girdim. Kuran okuyordu Korkut abi. Selamımı başıyla aldı. Duası biter bitmez, yakın gözlüklerini başının arkasına atarak bana sarıldı. “Hoş geldin aslan oğlum.” dedi. Çay ocağına doğru bağırdı. “İki çay yolla bize.”
Yok diyemedim. İkram etmeyi severdi Korkut Abi. Hele ki ikramının geri çevrilmesini hiç sevmezdi. Çaylar geldi. İki şeker attım. İçim ısındı. Çaylar gelene kadar havadan sudan konuşmuştuk. Asıl konuya girdim.
“Korkut abi, sana bir şey sormam lazım” dedim. “Ahmet Kekeç, Akif abinin yanına gelir miydi?”
“Hayır olsun.” diye yanıtladı Korkut abi. “O nereden geldi aklına?” diyerek yeni bir soru yöneltti.
“Bugün lüzumlu lüzumsuz konuştu da. Bir kısmının yalan olduğunu biliyorum. Ama en azından gidip gelmediğini merak ettim” dedim. “Neresi yalandı anlattıklarının sence?” diye konuyu genişleten yeni bir soru sordu.
“Ahmet Kekeç bundan akıl alıyormuş.” der demez bir kahkaha patlattı. “Sahiden bunları mı söyledi?” dedi. Ben de gülmeye başladım. “Sahiden.” dedim.
İşin aslını ben anlatayım dedi Korkut abi.
“Ahmet Kekeç, bunun yanına uğrardı. Konuşurdu. Halini hatırını sorardı. Derdini, tasasını, öğrenir ve yardım ederdi. Bunun bir garip olduğunu bilirdi. Elinin ekmek tutmadığından haberdardı. Yardımsever adamdı Kekeç. Allah rahmet eylesin.”
Duyduklarım, yüreğimin derinlerinden gelen sevgiyi kabartmıştı. İyiliğinin dokunduğu insanlara tanık oluyordum. Ne büyük bir hikayeydi bu. Nasıl güzel yazılmıştı. İyilikle yazılan her hikaye, kalemle dökülenlerden daha etkili oluyordu. Bir süre sessiz kaldım. Korkut Abi de çayını bitirdi.
“Ahmet Kekeç gibi...” derken cümlemi tamamlayamadım.
Korkut abi araya girdi.
“Onun gibi bir adam bir daha zor gelir. Bırak öyle kalsın. Gibisini devam ettirme. Onu tanıdıkça daha çok cümle ekleyeceksin oraya.” dedi.
Gibisini tamamlamadan kalktım eski taburelerden.
Ellerinden öptüm. Eve dönmek için aynı yolu tercih ettim. Sokağın başına geldiğimde Akif abinin yalanlarına devam ettiğini gördüm. Uğultulu bir seste kulaklarıma değmişti. Aldırmadım. “Varsın yalan söylemeye devam etsin.” dedim. O da Allah’ın böyle bir kuludur.