Gelin beraber saatin donduğunu hayal edelim. Dünya dönmeyi bırakmış, yağmur taneleri havada asılı kalmış ve sevda kuşları kanat çırpmayı bırakmış. Hayat sürmeyi kesmiş, çeşmeler başında buluşan aşıklar tam o anda kalmışlar…

Biz peki nerede ve kiminleyiz? Yanıma seni alacağımı çok iyi biliyorsun. Sana rağmen… gel çekinme yanıma otur. Yok daha delirmedim. Arada bir uğruyor ama… e ne diyecektim sana… tamam hatırladım. Şu koskoca kainatta bula bula seni buldum ya, benim de şirazem pek yerinde değilmiş. Şimdi sana ne desem ne söylesem bilmiyorum. İçimden ne geliyor biliyor musun?

Ağız dolusu küfür etmek. Evet ben. Bilirsin küfür etmem ama sen etmişim gibi sayabilirsin.

İşte o küfürler kadar kinim var sana. Bir o kadar da kırılganlığım… bir insan ömrüne kaç duygu sığdırabilir? His demiyorum. Çünkü his gelip geçer. Bugün seni seviyorum. Hem de çok.

Peki yarına garanti verebilir misin? Yarın oldu ki söylememen gereken bir söz, yapmaman gereken bir hareket yaptın. Sanırım anladın. İşte o zaman sevgim dönüşmez mi nefrete?

Hem de ne nefret. Uğruna savaş verdiğin sevgin bir anda sana silah tutan el oluyor… nefretim, ömrümün sonuna kadar gözümde olan kirpikler kadar bana yakın olacak.

His, anlık geldi geçti. Duygu, sonsuzluğun ne olduğunu bilmeden benimle kaldı. Bunları ilk defa duyduğun için şaşırdın tabii. Dur ya nereye gidiyorsun daha çay içecektik? Anlamadın değil mi? Zaten sen hiç anlamazdın. Şimdi diyorsundur: “Neden saatin donduğu evrende beni yanında istedin?” diye. Biliyorum, sen yine anlamamışsındır. Açıklayayım o zaman: sen, bende öyle bir duyguya dönüştün ki koskoca kainatta yine sende takılı kaldım. Bakın, görüyor musunuz yine anlamadı. Artık siz de şaşırmıyorsunuzdur.

Sanırım artık gitme vakti geldi. Ne yazık ki sevgiden önce güven gelmeliydi. Başaramadım ama ne diyeyim, her şeye rağmen tekrar seni seçecek kadar delirmişim…