Durum gösteriyor ki memleketteki insanların büyük bir bölümü sanattan, yaratıcı olmaktan, sorgulayarak öğrenmekten ve empatiden uzaklar. Bir zamanlar bir yakışıklı; "Köylü milletin efendisidir." demişti. Millet istiyor ki sari saçlı mavi gözlü biri gelsin, bizi kurtarsın. Oysa o diyor ki; "Ey Türk gençliği! Öncelikli görevin; Türk ulusunun bağımsızlığını, Türkiye Cumhuriyeti devletini sonsuza dek korumak ve savunmaktır! Geleceğinin ve varoluşunun tek temeli ve koşulu budur! Bu temel senin en değerli varlığın ve güvence kaynağındır." Gerçekten de en değerlimiz gibi mi davranıyoruz? Eğer öyleyse yazık, neden mi? Çünkü devamı da var; "Gelecek günlerde de, seni bu varlığından yoksun bırakmak isteyecek iç ve dış düşmanların olacaktır." Son zamanlarda birilerini anlamaya çalıştın mı? Hepimiz sürekli fikirlerimizi birbirimize empoze etmeye çalışıyoruz. Hiç kendimizi karşımızdaki kişinin yerine anlık olarak değil, onun büyüdüğü ve yetiştiği çevredeki şartlara bakarak davranışlarının nasıl şekillendiğini anlamaya çalıştık mı? Peki bunu kendimiz için yaptık mı? Kendini dışardan izledin mi mesela? Zıt bir bedende kendine maruz kalsan ne hissederdin? "iç ve dış düşman" içimizde mi dersin? Hayatta var olmak için hayat amacı şarttır. Bu ulusun bayrağında doğan her gencin hayat amacı doğduğu anda vardır. Ben size hayat amacınız bu olmalıdır diyebilecek bir yaşta ve tecrübede bir insan değilim. Hayat amacı şudur diyemem... Ne işe yarar derseniz? "İnsanın gözüne ışık verir." Yavru deve anne deveye sormuş; "Anne bizim boynumuz neden bu kadar yüksek?". "Oğlum biz çölde çok uzaktan gelen tehlikeleri kolaylıkla görebiliyoruz." "Vay... Peki neden hörgüçlerimiz var anne?". "Çölde susuz kalmaya müthiş dayanıklıyız oğlum. Onlar sayesinde çölde saatlerce su içmeden hareket edebiliyoruz." "Vay... Peki toynaklarımız neden böyle?". "Yavrum biz çölde müthiş ilerliyoruz." "Vov..." Aradan zaman geçer ve yavru deve; "Peki anne! Bizim Atatürk Orman Çiftliği'nde ne işimiz var?" Dönün etrafınıza bir bakın! Atatürk Orman Çiftliği'nde yaşayan develerle dolu. Sistem almış bir yere getirmiş, koymuş. Yeni şeyler denemeye kapalı, bir şeylerin düzelmesi için kurtarıcı bekleyen, sistemden çıkamayan insanlar, her yerdeler. Dış ve iç düşmanlar? Hayat amacımız? Son günlerde en değerli varlığımızın ülkece kucaklaşmak olduğunu, yaşanan deprem felaketi ile gördük. Seçim dönemi umutlarımızı yeşertti. Tüm bu süreçte birçok gönüllü genç insanlar gördük, güzel şeylerin var olduğunu gördük. En çok onlara söylemiş sanki; "Eğer bir gün bağımsızlık ve devletini savunmak zorunda kalırsan, göreve koşmak için, içerisinde bulunduğun durumun olanak ve koşullarını düşünmeyeceksin. Bu olanak ve koşullar, çok elverişsiz, özellikle birlikte ortaya çıkabilir!" Gerçekten de çok fazla düşünmüyor muyuz? Harekete geçemeyecek kadar meşgul insanlarız. Kira, yol, su, yemek... Tatil için yaşamak, ev ve araba olmazsa olmaz... Uyan! Tek düşman iç sesin ve tüketim çılgınlığın değil! "Bağımsızlığını ve devletini yıkıp yok etmek isteyecek gelecekteki düşmanlar, tüm dünyada eşi benzeri görülmemiş bir galibiyetin temsilcisi olabilirler. Zorla veya aldatıcı yöntemlerle yüce vatanın bütün kaleleri ele geçirilmiş, bütün kurumlarına (sızılmış) girilmiş, tüm orduları darmadağın edilmiş ve vatanın her köşesi fiili olarak ele geçirilmiş olabilir. Tüm bu şartlardan daha acı ve daha korkunç olmak üzere, devletin yönetiminde bulunanlar; duyarsızlık, sapkınlık ve hatta ihanet içinde olabilirler. Üstelik bu yönetimdekiler, kişisel çıkarlarını bu düşmanların siyasi istekleriyle birleştirebilirler. Halk yokluk ve çaresizlik nedeniyle yorgun ve bitkin düşmüş olabilir."

Ey Türk gençliğinin yeni kuşakları! İşte bu durum ve ahval içerisinde bile görevin Türk bağımsızlığını ve Türk Cumhuriyeti devletini kurtarmaktır! "Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur!" Sürekli bir şeylerin değişmesini istiyor ya da bekliyoruz. Birisi gelsin, ya da birileri çıksın değiştirsin bu düzeni istiyoruz. Bireysel olarak hiçbir şeyi değiştiremeyeceğimizi düşünüyoruz. Seçim öncesi köy köy gezdim. İnsanlarla oturup sohbet ettim. Kendi yorumumu yapmadan onların fikirlerini ve beklentilerini dinledim. Çoğunluğun beklentisi birkaç araba çakıl, köyüne asfalt, yer tapuları, köylerinden kadastro geçmesi gibi isteklerdi. Şehir merkezlerinde yaşayan birçok arkadaşıma bu isteklerini söylediğimde argo bir söylemle birlikte vizyonlarını eleştirip, küfürler etmeye devam ettiler. Muhtemelen birçoğumuz aynı tepkileri verirdik. Peki hiç kendimizi onların yerine koymaya çalıştık mı? Tek haber kaynakları televizyon olan bu insanların gezmek, kira, su ve doğalgaz gibi dertleri yok. İlginçtir ki doğalgazın ücretsiz olmasına en çok sevinenler de onlar. Doğru bir şekilde incelediğimizde evet, bu insanların büyük vizyonları yok. Ve bu insanlar faydalanmasalar bile doğalgaz bulunmasına, araba yapılmasına vb. ülkemizi güçlü kılabilecek her türlü çalışmaya yürekten destek veriyorlar. Durum şunu gösteriyor ki, bu insanlar azınlık değiller. Ey Türk gençliğinin yeni nesilleri, okumuş aydınları, ufku ve vizyonu gelişmiş sanatçıları. Sizlere soruyorum... Hiç bu insanları ciddiye alıp, vizyonlarını arttırabilecek girişimlerde bulundunuz mu? Bu köylerde doğan tüm çocuklar aileleri gibi olmayacak mı? Bu insanlar azınlık değil ise zamanla Türkiye daha da karanlığa boğulmayacak mı? Eee bu benim işim mi? Devlet yapmalı, ben hangi birini düzeltebilirim ki? Orman yanıyor bütün hayvanlar izliyor. Ben ormanı anlatayım siz ne olur Türkiye'yi hayal edin. Hayvanlardan biri, bir serçe, uçuyor gidiyor göle küçücük gagasıyla su alıyor ve yangının ortasına bırakıyor. Bunu gören hayvanlar kahkaha atmaya başlıyor ve içlerinden biri: "O küçücük gaganla sen mi söndüreceksin koca yangını? Bunun üzerine serçe: "Ne yapayım benim elimden gelen bu." O çocuklar drone görmemişler, belki görseler, kullansalar içlerinden birkaçı drone ile ilaçlamayı, o bölgedeki tüm tarım arazilerine entegre edecek. Ya da başka şeyler... Hiç enstrüman görmemişler. Belki saz, kemençe, tulum... Sanat atölyeleri kurup o çocuklara kendi enstrümanını yapmasını sağlasak iyi bir sanatçı olamazlar belki... Sadece birkaçının ufkunu genişletir, sanat araştırmaları yapmasını sağlayabiliriz. El becerileri gelişirse daha objektif bakmayı, proaktif düşünmeyi öğrenebilirler. Bir teleskop götürsek o köye, hepsinin rüyalarını yıldızlarla süsleyebiliriz. Bir fotoğraf makinesi versek ellerine, nice gezginler yaratırız. O çocuklara farklı boya, çizim sanatlarını öğretsek, farklı bakış açıları oluştururuz. Ufak tefek pil ile çalışan motorlarla harikalar yaratabilirler. Robotik kodlama ile geleceğe entegre olabilirler. O çocuklar bizim geleceğimiz. Geleceğimizi inşa edebilir, bunu yaparken fazlasıyla eğlenebilir ve en güzeli de yıllar sonra o çocuklar bizlere minnetlerini sunabilirler... Orman yanıyor, izlemeye devam etmeyelim...

"Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir."

Mustafa Kemal ATATÜRK