Hiçbir yere ait olamamaktır, bitmeyen yalnızlık duygularımız. Her şeyin vardır, herkese sahipsindir ama senin kimsen yoktur.


Bazen gerçekten kimsenin olmaması varlıklarıyla yokluğu hissetmekten daha az koyar.


Küçükken herkes senin yanındadır sanırsın ama büyüdükçe yalnızlaşırsın. Kendi ayakların üzerinde dururken bir fayda sağlayamadığın herkes rahatsızlık duyar senden. Kimin nesi olursan ol birinin işine yaramazsan, onlardan beslenmeye devam edersen kimseler sevmez, istemez seni.

Bunu direkt olarak söyleyemezler ama olur olmadık bir yerde en tahammül edilebilir yerlerde öfke patlamalarıyla anlarsın belki.


Ufak bir tartışma içinde sana bükülen ağızda, dönülen sırtta, alınmayan gönülde görürsün yalnızlığı. Ve aidiyetsizliği. İşte o zaman kaçıp gidecek bir yer aramaya başlar insan.


Ne zaman bir yerden kaçıp gitmek istediğin bir an gelirse anla ki o zaman yalnızsın. Aslında kimsen yok senin.

Güçlü olmak zorundasın, dik durmak, vermek.... Kabullenmek için vermen gerekir. Sevgi, iyilik, vefa, maddi manevi ne varsa.

Ben hiç karşılıksız bir sevgi görmedim sonsuza kadar süren, ben hiç karşılıksız vefa görmedim, ben hiç karşılıksız verme görmedim sonuna kadar... Sadece manevi olarak yanımda sonsuza kadar sevgisiyle kalabilecek, beni sevecek birini görmedim ben... Buna bazen annen bile dahil.


Büyüdüm ve anladım senin kendinden başka kimsen yok, senin yaratıcından başka kimsen yok. Biz nankör bir varlığız. O çocukluk duygularımız ölene kadar saklı kalamayacak içimizde.


Bizi mutlu eden çocukluk anılarımız, masum duygu ve düşüncelerimiz yok artık. Büyümeyi öğrendik zamanla. Büyümeyi öğretti bize acılar, büyümeyi öğretti bize insanlar.


Acılarımıza ve üzüntülerimize verdiğimiz tepkiler de bizi biz yaptı.


Olduğun kişiden memnunsan eğer vicdan olarak, hayatı biraz yaşanılabilir kılıyorsun kendine sonunda.