"Ruhumdaki düğümler fazlasıyla sıkı. Kimsenin onları çözecek kadar ince tırnakları yok. Bense çoktan vazgeçtim tırnaklarımı uzatmaktan. Kendimi bilmeyi bıraktım. Yanıtı olmayan bir soru olarak geldim dünyaya ve sorusu olmayan bir yanıt gibi de gidiyorum." Der çok sevdiğim bir yazar. Bu satırlar bana her okuduğumda ait olamamak kavramını hatırlatır. Bu dünyaya, bu bedene ait olamamak.

Ait olamamak... bir şeye, bir kişiye ait olmamız gerekli midir gerçekten? Hayata tutunmak için bir kişiye ya da bir amaca bağlı olmak hep gözümü korkutuyordu. Evet yaşadığım 21 sene içinde çok fazla amacım oldu. Umduğum şeyler basit ve gündelikti. Fakat hayatı ve amaçlarımı sorguladığımda işler değişti. Kendimi ismime, ruhumu sarmalayan et parçama ait hissetmemeye başladım.

Lise yıllarıma denk gelir kendimi sorgulamaya başlamam. Orhan Pamuk’un bir başlangıç cümlesidir. ‘’Bir kitap okudum, hayatım değişti.’’ Tam olarak böyle başladı değişimim. Okuduğum kitap beni o kadar etkiledi ki hayat düzenimi değiştirmeme önceliklerimin ne olduğunu sorgulamam neden oldu. İlk başlarda ‘’Ben buyum, bir et parçasından farksız değilim’’ diyerek kendimi nihilizmin kollarına bırakmıştım. Herkesten, her şeyden, kendimden, en önemlisi de anlamlardan nefret ettim. Yavaşça soyutladım kendimi çevremden ve düşüncelerimle yalnız kalmak istedim. Kalabalıklar içindeki yalnızlığım da böyle başladı.

Bir şeylerden anlam beklemek, insanlardan beni anlamalarını istemek lükstü. Zamanla da eski benden de pek bir şey kalmadı. Önce bana saygı duymayan insanlar ayrıldı çevremden, daha sonra da ailemle olan çatışmalarım başladı. Kendi düşüncelerimle savaş halindeyken aynı anda aileme karşı savaş başlatmıştım.

Beni anlamalarını beklemek, düşüncelerim değiştiği için aynı kişi olduğumu onlara anlatmak başlı başına bir savaştı. Ve doğuştan işlenen aile sevgisiyle de bir bakıma kendimle savaşıyordum. Anlayacağınız iki cephede de kendime taarruz başlatmıştım. Bu savaşın sonucu ne olursa olsun en büyük yarayı ben alacaktım. Ya kendim olmaktan vazgeçecek ya da sevdiklerim canını yakacaktım. Cesaretsizliğim yüzünden uzun bir süre arafta kalmayı tercih ettim. Sadece ağdanın çekilme süresini uzatıyordum. Sonuçta hissedeceğim acı değişmeyecekti.

Geçen bu sürede fazla okudum, fazla düşündüm ve fazla yazdım. Aslında savaşımın beni geliştirdiğini fark ettim. Belki de beni ayakta tutanda bu oldu: sarıldığım kitaplar. Yazdıkça küçük çıkış noktaları buldum düşmanın yaptığı saldırıya karşı. Hala antlaşma imzalanmamış, soğuk savaştayım fakat artık bu şekilde yaşamayı öğrendim.