Kafanda, her zaman uyurken bağladığın beyaz tül yazman vardı. Uykuya dalmıştım nihayet ve cama birinin vurduğunu işittim. Doğrulmak istedim. Omzuma nazikçe dokunup sen uyu dedin. Geleceğim. Kalktın yataktan ve hızla çıktın odadan. Beyaz yazman yorgana takılıp gümüş saçlarından döküldü başımın yanına. Peşinden ben de kalktım ve hızla kapıya koştum. 

      Aylardan temmuzdu. Gece kuşlarının ötüşüne kurbağalar yanıt veriyordu. Buz gibi oldum birden. Senin komodin üzerinde duran örgü şalına sıkı sıkı sarıldım. Terliklerimi ayağıma geçirdim. Elime gaz lambasını alarak peşinize düştüm. Sen ve Hatice teyze beni görmediniz. Hatice teyzelerinin evine giden kestirme tarlaya yöneldiniz. Tarlada günebakanlar vardı. Size yetişmeye çalışırken dikenli sert sapları kollarıma sürtündü. Telaşınız beni çok korkutmuştu. Aranızda konuştuklarına kulak kabarttım. Hatice teyze senden medet istercesine sordu:

-Yeter bacı gurbanın olam gurtar gızımı! Ne istersen sana feda olsun!

-Dur hele anam dur. Bir gidek bahah bahalım gızın hali nedir, görek.

       Hatice teyzelerin evinin avlusuna girdiğimizde çığlık çığlığa bir kadın sesi yerimden zıplattı beni. Sende korkmuş bir hal yoktu. Sakin ve güven doluydu bakışların. İçeri koştunuz, dış merdivenlerden üst kata. Tek ışığı yanan oda burasıydı evde. İçeride oraya buraya koşan birkaç gölge gördüm. Ne olup bittiğini anlayamadı çocuk aklım. Bunlar bir kadının doğum sancısı çığlıklarıydı. 


      Hatice teyzeyi bize bazen semaver çayı içmeye davet ederdi anneannem. Kızından özlemle ve kırgınlıkla bahsederdi kadıncağız. Özlemini biraz dindirmek için olacak ki saçlarımı güzelce tarayıp örerdi. Anlattıklarına göre okumak istemiş, babası izin vermeyince, üzerine bir de kızını haraç mezat satmak isteyince görücülere, kaçmış Zeyno abla. Şimdi geri mi dönmüştü? 

 

     Gıcırtılı ahşap merdivenden üst kata çıktığımda, sofa boyunca yer yer kan birikintilerini gördüm. Aralarından zıplayarak sessizce yatak odasının kapısına eriştim. Üzerimde hala senin örgü şalın vardı. 


      İçeride kızcağız beyaz çarşaf gerili yer yatağında acılar içerisinde kıvranıyordu. Fotoğrafını görmüştüm önceden, akça pakça dolgun yanaklı güzel bir yüzü vardı. Fakat gördüğüm bu zavallı derisi kemiklerine yapışmış bir ceset gibiydi. Yüzünü incelerken kafasına ilişti gözlerim. Aynı senin beyaz yazmandan vardı onda da. Alnını kapatmıştı bir ucu. Akı kanlanmış gözleri olduğum yere doğru döndü, kapı eşiğine. Odaklandı yüzüme ve sonra kapandı birden. 


     Dehşete düşmüş bir halde odada olanları izliyordum. Sana, kızın saatlerdir sancı çektiğini ama bebeği bir türlü doğuramadığını anlatıyorlardı. Bir sahanda biraz üzerlik tohumu, soğan kabuğu ve sarımsak kabuğunu ezdin. Ardından bir bardak zeytinyağı ve mavi bir bez istedin. Ocaktan köz alıp getirdiler ve üç ayağın üzerine koydukları köz küreğini alttan ısıtmaya devam ettiler. Bu közün üzerine sahanda ezdiklerini yavaş yavaş eklerken bilmediğim bir dilde cümleler dökülüyordu ağzından. Üfleyerek en sonunda da bir bardak zeytinyağına batırdığın mavi bez parçasını attın üzerlerine. Atmanla birlikte bir alev yükseldi. Genzimi yakan ağır bir koku yayıldı odaya. Küreği eline alıp evi dolaştın. Yanımdan geçerken hiç ses etmedin bana. Bir tekerlemeyi yüksek sesle tekrar ediyordun:

-Yüz elliliksin, yüz bin elliliksin

Hastalara şifasın, dertlere devasın

Cinlere, perilere, şeytanlara belasın

Şifa sensin, derman sensin

Hızır'ın atını zapt eden sensin

Şeytan gözü, cin gözü

Göz edenin çıksın gözü

Dil edenin dili kopsun

Sözlerim, şerden korusun

Varsın gitsin, yüreklerinin başına ok gibi saplansın.

      Tüm odalarda tütsüyle dolaştıktan sonra ocaklık başına astın onu. Hala dumanı üzerindeydi. Hızla odaya döndün ve yatağın başına oturdun. Elini kızın alnından ayaklarına doğru götürüyordun ki karnına ulaştığında gözlerini açarak çığlık atmaya başladı. Bacak arasına kan doluyordu. Doğum başlamıştı nihayet. Bacaklarını iki yana açtınız ve sen ellerini vajinasına uzatıp bebeğin başını çıkarmak için çabalamaya başladın. "Durun!" dedin sonra da birden asılıp çektin onu.

Çekmenle yere atman bir oldu. 


       Bu insan değil! İnsan değil! Bağırmalar, kargaşa, kıyamet oldu odanın içi. Kız bayılmıştı. Gördüm onu. Simsiyah kıllı kocaman başı, aksız siyah gözleri olan kuyruklu ve pençeli bir mahluktu. Duvara tırmandı hızla odaya bakındı yukardan. Bana da ilişti gözleri. Öyle korktum ki çakılıp kaldım yerimde. Kanlı ellerinle, kızın başındaki beyaz yemeniye uzandın ve savurdun mahlukun üzerine. Dilinde yine bir tekerleme:

-Ak tül üstüne al leke

Götürsün seni öte aleme

Ak tül allandı 

Canın bağışlandı

       Bittiğinde tekerlemeli ritüel, tül yazmayı havaya kaldırdın. Ortada ne tuhaf mahluk vardı ne de kan izleri. Kız yatağında uyumaya devam ediyordu. Bitkin gözüküyordu. Sen yazmayı başına bağladın ve kızın başına da al bir yazma bağladın. Kurtuldu artık iyi olacak, dedin. Evin yoluna düştün. Ben de ardından sessizce geliyordum. Sen ellerini yıkarken ben yatağa girip yattım. Gözlerimi sıkı sıkı kapatıp uyuyormuş gibi yaptım. Geldin ve sarıldın bana. "Korktun mu?" diye sordun. Gözümü açıp sana doğru döndüğümde gözlerinde ak olmadığını gördüm. Kocaman gülümseyip, çürümüş sivri dişlerini bana doğru uzattın. İşte tam bu anda uyandım anneanneciğim. 

-Dur sana su getireyim guzum benim. Terlemişsin yazmamı al sar başına, hasta olmayasın. 

-Bu yazmada kan var!