a) Tünel Rüyası: "Size kahraman diyorlar ama köpekler gibi öldürüldünüz."

   Gerçekliğini derinden hissettiren bir rüya tünel, değinmek istediği nokta sebebiyle aradan yıllar geçse de hayatın içinde farklı şekillerde de olsa hayatın her zaman içinde olan; savaş. Hayatın acımasız yüzüyle tam anlamıyla tanıştığımız hikâye bu kesinlikle. Bir savaş gazisi olarak karşılıyor bizleri yönetmen. Yırtılmış, eski asker üniformasıyla karanlık bir tünele yürüyor, umutsuzca. Tünel o kadar karanlık tasvir edilmiş ki insanın kalbini daraltıyor, ölümü hatırlatıyor ya da ölümden kıl payı kurtulmayı. İlerleyen dakikalarda tünelin ölümü temsil ettiğini görüyoruz. Çünkü tünelin içerisinden ölü bir asker geliyor (Noguchi). Öldüğünün farkında değil hatta kendini yaşadığına o kadar inandırmış ki, gelecekten umutlu bir şekilde bahsediyor. Uzaklara baktığında beyaz bir ışık görüyor. Ailesinin orada yaşadığını ve onu beklediğini söylüyor. O beyaz ışık; umutları ve yaşamı temsil ediyor. Ölü askerden gittikçe uzaklaşıyor çünkü artık ona ait değil. Ama tünelin kapısında acı acı parlayan, adeta dökülen kanları temsil eden o ışık onu kendine çağırıyor; çünkü ölümü temsil ediyor. Beyaz ışıktan ümidini keserek, kırmızı ışığa yeniliyor ve yavaş yavaş tünele geri dönüyor. Onun ardından gelen askeri birlik de yaşadıklarını düşünüyor, ölümü kabullenemiyorlar. Karakterimizin emri altında savaşan bir birlik olduğunu öğreniyoruz 3. müfreze. Bir tabur asker de tünelin içinden çıkıp gelerek "3. Müfreze üsse dönmüştür zayiat yoktur" diyorlar. Tam da bu anda, komutanın ölmediğini esir düştüğünü anlıyoruz. Ne ölmeyi başarabiliyor, ne de yaşayabilmeyi, komutan "Ben ölmedim hayattayım yüzlerinize bakamıyorum, sizi ölüme ben gönderdim benim suçum bu, savaşta bütün sorumluluğu üstlenebilirdim ama yapmadım" diyor.  Tünel kapısında öylece bekliyor, arafta kalmış gibi. Askeri birliği tüyleri diken diken eden bir vedayla tünele geri gönderiyor ve arkalarından saygı duruşunda bulunuyor. Onların ardından gelen köpekse komutanın esir düşmesinin bir tasviri, çünkü askerlere "Sizi köpekler gibi öldürdüler" diyor, oysa komutan ölmüş bir köpekten daha kötü durumda nereye gideceğini bilmeden, sahipsiz bir köpek gibi arıyor bir şeyleri neyi aradığını bilmeden, sürekli tünelinden içinden girip çıkıyor, sağa sola önüne gelen her şeye saldırıyor. Köpekte de komutanda da bir amaçsızlık seziyoruz. Bir noktadan sonra üstünde adeta bir cephanelik olan bu köpek; düşmanı temsil ediyor. Üstünde bulunan silahlar ise işkence aletlerini. Esir düşen bir askerin, rüyasını izlediğimi hissediyoruz. Esir kampında acıdan, şiddetten bayılmış bir adam canlanıyor gözümde. Çektiği acılar ona ölümün tek çözüm olduğunu hissettiriyor, bazen vazgeçmenin eşiğine geliyor tünelin girişinde buluyor kendini ama bir yandan asla bırakamadığı nefesi ise onu tünelden koruyor. Tünel biraz hayatı biraz da komutanın vicdanını temsil ediyor…


Komutanın askerleri, birliği tamamen yok olmuşken hayatta kalması ya da sonucunu bile bile askerlerini çatışma yerine göndermesi ne kadar ahlaki? Komutanın askerleri, birliği tamamen yok olmuşken hayatta kalması ya da sonucunu bile bile askerlerini çatışma yerine göndermesi ne kadar ahlaki?


Kant’ın ödev etiğine göre etik olanı belirleyen şey sonuç değil eylemdir (doğru eylem). Tıpkı dini etik gibi insanın bir takım ahlaki ödev veya yükümlülükleri olduğunu ima eder. Deontolojik etik sadece ödevlerle ilgili kavramlar kullanır ve yalnızca ahlaki eylemin doğruluğu ve ya ödeve olan uygunluğu üzerinde yoğunlaşır, belirli bir takım şeylerin ilkeye dayanılarak ya da gerçekten de doğru oldukları için yapılması gerektiğini savunur. Tünel rüyasında savaş ve askerler için de bu söylenebilir, komutan kaybedilecek bir savaşa girmiş olsa da sadece yapması gerekeni yapmıştır. Ne kadar vicdan azabı çekse de kendi iç dünyasında bunun yanlış olduğunu bilse de ödev ve yükümlülük öyle evrenseldir ki içgüdülerden, arzulardan veya kişisel niyetlerden bağımsız olarak, eylemlerimizi yönlendiren ve doğru şeyi yapmamızı sağlayan aynı kurallar sistemini sağlar. Komutanın ödevi, bağlı olduğu kurallar onu kendi mutluluğundan veya kendi doğrularından uzaklaştırmak zorundadır. Askerlerini geri çekmek gibi adım atarsa komutan önce görevini yerine getirmemiş sayılacak, sonra da kendisinin ve askerlerinin korkak olduğu fikrini doğuracaktır. Savaşta, savaşa göre davranmak, kaçmamak bütün her şeye rağmen çatışmaya devam etme kuralı evrenselleşmiş bir kuraldır. Komutan da askerleri de buna uygun davranmak zorundadır. Savaştan kaçmayı kimse kabul etmez, bunun temelinde olan sebep ne kadar insan hayatını kurtarmak olursa olsun. Bu kantın kategorik buyruğunun, başkalarından beklediğiniz her hangi bir davranışın standart oluşturması (evrenselleşmesi) ve istisnasız komutanın da yapması gerekenin bu olmak zorunda olduğunu gösteriyor. Eylemin arkasındaki niyet savaşı kazanmaktır, savaşı askerler kazanır. Savaşta kaçmamak, kanının son damlasına kadar savaşmak evrensel bir kuraldır (kural diyorsa yaptığınız davranış doğrudur). Böylece komutanın askerlerini o çatışma alanına göndermesi evrensele uygulanabildiği için ahlaki bir eylemdir. Peki, teleolojik olarak komutanın durumunu ve tünel rüyasını nasıl yorumlanabilir? Sonuççu etiğe etiğin faydacılık düşüncesi; ahlakın hazzı mümkün olan en yüksek seviyeye çıkarmak ve acıyı da mümkün olan en düşük seviyeye indirmek olduğunu belirtir. Bir faydacı, mutluluk yaymak, ıstırabı hafifletmek, özgürlük yaratmak veya insanlığın gelişmesine ve hayatta kalmasına yardımcı olmak için etik bir şekilde davranılması gerektiğine inanır. Kişi bunun için ahlaki bir yükümlülük hisseder ve sonucun her zaman niyetten daha önemli olduğunu düşünür. Komutan askerlerini çatışmaya göndermiş, onların acısını ve mutluluklarını göz önünde bulundurmamıştır. Askerlerin hepsi hayatta kalsaydı ölmelerinden daha fazla mutluluk getirecekti komutana. Ne kadar görevini yerine getirememiş olursa olsun en iyi en ahlaki eylemler diğerleri için en fazla mutluluğu ortaya çıkaran eylemlerdir ama sadece diğerleri için. Mutluluk failin (komutanın) zararınadır ve bu mümkün olan en ahlaki eylemdir. Her şey diğerlerinin mutluluğu (askerlerin hayatta kalması) içindir. Eğer komutan askerleri oraya göndermeseydi bu ahlaki bir eylem olurdu, diğerlerinin mutluluğu için kendi mutluluğunu (kendi görevini riske atarak) feda etmiş olur ama maksimumum faydaya ulaşırdı. Komutan bu şekilde davranmadığı için maalesef teleolojik olarak ahlaklı değildir.


b) Su Değirmeni Köyü: "Gecem Aydınlansın İstemem Çünkü O zaman Yıldızları Göremem" 

Bu son rüya diğer rüyaların karanlık ve kötü yönlerini unutturmak için adeta başka bir dünya mümkün demek için filmin sonuna yerleştirilmiş. Su değirmeni köyüne gelen genç bir gezgin adam her şeye o kadar hayretle bakıyor ki içinde bulunduğumuz dünyayı sorgulatıyor bize.  Herkesin yaşamak istediği dünyayı, aklının daima bir köşesinde tuttuğu ütopyasını anlatıyor bu rüyada Kurosowa. 


Bu köyde bizleri yaşlı bir adam karşılıyor. Yaşlı adam, bu köyün belli bir ismi olmadığını söylüyor. Sanki bize kendi dünyamıza (ütopyamıza) isim hakkı verme şansını tanıyor yönetmen. Köyün içinde hiçbir teknoloji mevcut değil. Hatta elektrik bile. Burada yaşayan insanlar, sadece doğanın onlara sunduklarının yeterli olduğunu düşünüyorlar. Yakıt olarak çürümeye başlamış ağaçları, toprağı işlemek için hayvanları kullanıyorlar. Köyde elektrik yok, mum ve lambalarla aydınlık sağlatılıyorlar, bunun üzerine gezgin gecelerin nasıl gündüzler kadar aydınlık olduğunu soruyor; yaşlı adam ise ‘geceyi ışıklandırıp, gündüze çevirmenin bir manası olmadığını; geceyi gece gibi yaşayıp sadece yıldızların ışığını görmenin yeterli olduğunu’ söylüyor. Bu dünyada görmemizin imkânsız olarak düşündüğümüz her şey bu rüyada o kadar doğal anlatılmış ki insan kendini sorguluyor. Bu köyde ölüm bile o kadar doğal ve olağan karşılanıyor ki ölenin ardından bizim görmeye alışık olmadığımız bir kutlama yapılıyor. Çünkü bu köyde genç ölümler fazla olmuyor sebebi doğal yaşamaları ve teknolojiden uzak durmaları. Yaşlılar öldüğünde ise bu hayatı en güzel haliyle yaşadıkları için ağlamaklı bir cenaze töreni değil kutlama şeklinde bir veda yapılıyor. Ölümü mutlulukla karşılıyorlar çünkü bu dünyadaki görevlerini layıkıyla yerine getirdikleri düşünülüyor. Çünkü hepsi belli bir yaşa geldikten sonra ölüyor. Bu yaşa kadar her bir anı üreterek geçiriyorlar ve gözleri arkada kalmıyor hayatı olması gerektiği gibi yaşamış ve sonra bu hayattan ayrılmışlardır. Rüyanın en önemli detayı cenaze sahnesi, çünkü yaşlı adam gezgine "Burada ne bir mabedimiz ne de rahibimiz var" diyor. Cenaze sahnesinde de rahibin olmadığı yeniden vurgulanıyor. Cenaze bir bando takımıyla şarkılar eşliğinde ve bütün köyün eşliğinde mezarlığa götürül


Su Değirmeni Köyü'nün Erdem Etiği ve Eudemonia

Erdem etiği yalıtılmış eylemlerden çok failin karakteriyle ilgilenir, ahlaklı biri olmanın önemine vurgu yapar. Erdemli birey bir başkasına yardım ettiğinde bunu sadece iyiliksever veya sadece doğru bir şey olduğu için yapar. Bu davranış erdem temellidir, kural temelli bir etik değildir. Erdemli eylemler bir kişiyi iyi yapar. Tıpkı Su Değirmeni köyünde yaşayan insanların iyi olduğu gibi. Onlar güzel bir hayat yaşamaya çalışırken ne doğaya ne de insanlara zarar vermiyorlar. Birbirlerine her konuda yardım ve destekte bulunuyorlar. Mesela köydeki cenaze yaşlı adamın kalbini kırıp terk edip giden kadının cenazesidir ama adam yine de cenazeye giderek kadını olması gerektiği uğurlamıştır. Kendi egosunu bir kenara koyarak ona bir insana nasıl değer verilirse öyle değer vermiş bunu göstermiştir. Erdem etiği sadece failin sadece duygularına değil, başkalarına karşı nasıl duygusal yönelimler gösterdiğiyle de ilgilenir. Ahlaki duyarlılığı öne çıkarır, köy halkının toprağa ve bitkilere gösterdiği saygı onların ne kadar erdemli insanlar olduklarını gösteriyor. Erdem etiği sadece beşeri iyi anlayışını değil, anlamlı bir hayat görüşünü de temsil ediyor. Hayatı anlamlı ve önemli olduğunu bilerek yaşamalıyız. Eudaimonizm: insan varoluşunun ideal amacının mutluluk, refah, iyi yaşam olduğunu savunur ve bu kişi her gün bu düşünceleri ve eylemleriyle bu erdemleri ortaya koyduğunda ulaşabilir. İyi niyetler önemli değildir bir kişi etik olmak için etik davranmalıdır tıpkı köy halkının yaptığı gibi. İyi bir hayat yaşıyorlar ve geç ölüyorlar, hiçbir canlıya zarar vermiyorlar. Köylerinde seneler önce tesadüfen ölen biri için mezar kazıp onun varlığını unutmadan saygı göstermeye ve mezarına çiçek bırakmaya devam ediyorlar, çünkü insana gösterilen bir değer var ve bu bir ritüel halini alıp senelerce devam ediyor aynı şeyi çocuklar da yapmaya devam ediyor bu çocuklara hoşgörüyü ve iyiliği aşılıyor.

 Savundukları her düşünceyi köye yansıtmış ve bu şekilde bir yaşam tarzı edinmişlerdir. Su Değirmeni köyü hem erdem etiğinin hem de eudomania’nın en güzel örneğidir.