"Statükoya karşı dikilmek cesaret ister, statükoyu destekleyen güçlerin dehşet verici azametini göze almak gerekir, fakat cesaret bir zamanlar hüner gösterileriyle ya da sözünü esirgemez korkusuzluklarıyla bilinen entelektüellerin, uzmanlar, akademik gurular ve medya ünlüleri olarak üstlendikleri yeni rolleri ve makamları uğruna kaybettikleri bir niteliktir."


Entelektüeller için bu ifadeleri kullanıyor Bauaman. Ondan yaklaşık yüz yıl önce de August Bebel şöyle söylüyordu:


"Bugün makam ve onur taşıyan bilginlerimizin büyük bölümü, yönetici sınıfların egemenliğini bilimin otoritesiyle savunmak ve haklı çıkarmak için, onu adil ve gerekli göstermek ve mevcut ön yargıları korumak için belirlenmiş ve onun için ödeme yapılan bir loncayı temsil ederler."


Toplulukların yanlış yönlere savrulmasının nedenlerinden biri de yanlış, iktidarlar tarafından şişirilmiş ya da karşıt olanların aksine müdahale edilmemiş entelektüelleri takip etmeleridir. En basitinden, sanatçı kimliğine bürünmüş ve yaklaşık yedi milyon takipçisi olan Demet Akalın'ın "muazzam" bozuk Türkçe dilbilgisi ve sentaksıyla attığı tweetlerle eğlenen yüz binlerce gencin uğradığı zaman kaybını örnek gösterebiliriz.


Nasıl ayırt edebiliriz? Gerçek entelektüel ile ileri sürülmüş bir piyon olan entelektüeli nasıl ayırt edebiliriz? Burada toplum bilim devreye giriyor. Toplumdaki çelişkileri ve onlardan kaynaklı oluşan sorunları analiz eden sosyologlar ve sosyoloji bilimine olan aşinalık düzeyimiz bize yardımcı olacaktır.


Zygmunt Bauman sosyolog, filozof ve yazardır. 92 yıllık hayatında sadece 1000 kitap sitesinde Türkçe diline çevrilen 41 kitabı yer almaktadır. Bauman kitapları okuma sürecinde kişide tesir bırakan türde kitaplardandır. Bana göre sosyoloji biliminin ülkemizde sistematik olarak yok sayılması ve alanında yetkin sosyologların sayısının çok olmaması gibi nedenler toplum olarak odak noktamızın dışına çıkmasına neden oluyor. Toplum bilimi lakin toplumun çok dışında seyreden bir bilim. Öğrencilerimizin gidecek bir bölüm bulamadığı zaman öylesine yazdığı ve öylesine okuduğu bir bölümdür sosyoloji. Açıköğretim Fakültesi aracılığıyla on binlerce mezun veren ve o insanlara lisans derecesi kazandırıp herhangi bir siyasi kayırmayla toplum bilinci olarak atanmalarını sağlayan bir bölüm olarak duruyor sosyoloji.


Neden sosyolojik düşünemiyoruz?


"Günübirlik işlerimizin çoğunu oluşturan alışılagelmiş ve tekdüze hareketlerimizi sürdürdükçe çok fazla kendimizi irdeleme ve çözümleme gereği duymayız, yeteri kadar sıklıkla yinelendiğinde şeyler bildik hale gelirler ve bildik şeyler kendi, kendilerini açıklarlar: soru ve kuşku doğurmazlar. Bir bakıma görünmezdirler. İnsanlar "her şey her zamanki gibi", "herkes her zamanki gibi" dedikleri sürece sorulacak soru ve neredeyse yapılacak hiçbir şey yoktur. Aşinalık yalnızca sorgulayıcılığın ve eleştirinin değil, aynı zamanda yenilik arayışının ve değiştirme cesaretinin de en amansız düşmanıdır. Alışkanlıkların ve karşılıklı olarak birbirlerini pekiştiren inançların hükmü altındaki bu bildik dünya ile karşılaştığında, sosyoloji herkesin işine burnunu sokan ve sıklıkla sinir bozucu bir yabancı gibi davranır."


Sosyolojik Düşünmek, Zygmunt Bauman, sayfa 24


Son cümle dikkat çekici "Sosyoloji herkesin işine burnunu sokan ve sıklıkla sinir bozucu bir yabancı gibi davranır." Sosyoloji üzerine okumalar yapmıyoruz çünkü monoton hayata bir rakip istemiyoruz. Perdelerimiz kapalı, kahvemiz ocakta pişerken biz romanımızı elimize alıp kendilerini edebi otorite ilan eden kitle sahibi entelektüel görünümlü insanların önerilerine kulak asıyoruz. Ya da çektikleri videolarda zaten hazır olan ikna olma kabiliyetimizi yeniden, yeniden, yeniden test ediyor ve yeniden ikna oluyoruz. Peki bu süreç içerisinde biz nerede yer alıyoruz? Veya aşinalık düzeyimizin ne kadarı bizim aşinalığımız?


Bauman yoksul bir Yahudi ailesinin bireyi olarak Polonya'nın Poznan kentinde doğar. Anti semitizmden muzdarip bir aile çocuğudur. İkinci Dünya Savaşı yıllarında SSCB'ye göç eder ve oradaki Polonya ordusuna katılır. 1939-1945 yılları arasında ordudaki görevini sürdürür. Askerlik hayatı da anti-semitizmden kaynaklı sona erer ve ordudan uzaklaştırılır.


Hayatının ikinci bölümü bu şekilde başlar. Artık vatandan yoksun, yabancılık duygusu çekmeye mahkum olduğu bir hayat sürecektir. Sosyoloji bölümünde lisans eğitimini tamamladıktan sonra Varşova Üniversitesinde göreve başlar. İlk kitabı burada yayımlanır: "Lehçe". 1967 yılında Mısır-İsrail savaşı Polonya'da Yahudi düşmanı yeni bir dalganın oluşmasına neden olur ve Bauman da bundan nasibini alarak üniversitedeki görevine son verilir.



Göç yılları


1968 İsrail sonrasında Kanada, ABD ve Avustralya gibi ülkelerde kısa süre kaldıktan sonra İngiltere'ye demir atar. Leeds Üniversitesi'nde sosyoloji profesörü olarak çalışmaya başlar.


Eserlerinde bahsettiği diaspora sürgünlerini bizzat deneyimleyen, bir arayış içinde olan insanların nefretinden kaynaklı sürülen ve yabancılık çeken bir sosyoloji çınarıdır.



Post-modern teorinin kurucularından biri olmasının en büyük kaynağı yaşadığı hayat ve modern dünyanın çarpışmasıdır bana göre.


Anthony Giddens'de Bauman'ı post-modern kuramın en önemli teorisyenlerinden biri olarak gösterir. Bauman modern aydınlanmanın ürünü olan ilerlemeci dünya görüşünün bir çıkmaza ulaştığını ve bu çıkmazdan kaynaklı otoriter, kibirli yönetimlerin daha da sivrildiğini ifade etmektedir.



Kültür kavramının Akışkan Modern yapısına dönüşümünü de şöyle ifade eder: "Tüketici odaklı bir ekonomi, sunduklarının fazlalığına, hızlı gelişmesine ve baştan çıkarıcı güçlerinin zamanından önce solmasına bağlıdır. Sunulan ürün ya da hizmetleri hangilerinin müşterilerin isteklerini uyandırma ve ayartma konusunda yeterli olacağını önceden bilmek mümkün olmadığı için, gerçekliği umut dolu düşünceden ayırmanın tek yolu teşebbüsleri çoğaltmak ve maliyetli hatalar yapmaktır. Ürünlerin edinilmesiyle elden çıkarılması arasındaki kısalmış zaman diliminde, "yeni ve daha iyi" mallarla değiştirilmesiyle birlikte, hareketliliğinin artması için aralıksız olarak yepyeni sunumların yapılması zorunludur."


Kültür, Bauman'a göre modern toplumlarda birincil tanımı olan, kitleleri eğitmek ve gelenekleri rafine etmek, böylece toplumu ve insanları geliştirmeye yani toplumun derinliklerinden toplumun üstlerine çıkarmaya yönelik olan misyonunun çok ötesinde bir yerde yer almaktadır artık.


"Günümüzde kültür, kendisini, öncelikle müşterilere dönüşmüş insanların alışveriş yaptığı dünyadaki dev bir mağazanın benzer bir bölümü olarak şekillendirmiştir. Bu dev mağazanın diğer bölümlerinde olduğu gibi kültürün de rafları günlük olarak değişen çekiciliklerle doludur ve tezgahları reklamını yapmakta oldukları, tükenmekte olan yenilikler gibi birdenbire yok olacak son promosyonlarla süslüdür."

Sayfa 18


Sahip olduğumuz tüketim çılgınlığını oluşturan temelleri bilmedikten sonra ona nasıl dur diyeceğiz? Bauman'ın kitaplarında modern dünyanın sahtelikleri ve tuzaklarına karşı uyarılar sürekli beyninize baskı yapacaktır. Alışkanlıkları değiştirmenin çok zor olduğu bir dönemden geçiyoruz o yüzden bizleri sert bir şekilde sarsacak yazarlara erişmemiz gerekiyor diye düşünüyorum.


Modern toplumlarda oluşan tüketim kültürünün bir uzantısı modadır. Georg Simmel de moda için şunu demektedir: "Asla olmuş bitmiş bir şey değildir. O, sürekli bir oluşum halindedir." Bauman moda ile ilgili bölümü Simmel'in görüşlerinden destek alarak oluşturmuştur. Ve günümüzün 'ileride olma' sembolleri hızla kazanılmalı ve düne ait olanlar hızla çöpe atılmalıdır. Modanın kitlelere aşıladığı görüş budur.


Bauman'a göre moda, (modern) ilerlemenin ana çarklarından biridir. Başka bir deyişle geride bıraktığı her şeyi küçültür, karalar, değerini düşürür ve yerine yenisini koyar. İlerleme kavramı da günümüzde temel olarak bizim isteklerimizi göz önüne almayan ve duygularımızla ilgilenmeyen durdurulamaz bir süreçtir. Modern toplumlarda yaşayan biz tüketim kölelerinin tek bir işlevi vardır, o da ilerleyişi takip etmek. Toplumun dayattığı tüketime biat etmek bu kadar... Toplumsal bir varlık olduğumuz için bu kölelik zincirinin halkalarından ne kadarını kırıp atabiliriz, bunu sorgulamak zorundayız.


Bauman'a göre bu tüketim çılgınlığı psikolojisiyle insanların dünyayı daha iyi yaşanacak bir yer haline getirme umudunu taşıyamadıkları apaçık ortadadır.


Bauman'a biraz değinmek ve biraz da yazmak istedim, son zamanlarda beni epey etkileyen bir yazardır kendisi. Beş altı yıldır sosyoloji kitaplarını kurcalamaya, toplumla kendim arasındaki çizgiyi kavramaya çalışıyorum. Beş yıl önceki halimle şimdiki halim arasında kıyas yaparsam modern toplumdan ve dayattığı tüketim kültüründen uzaklaşma anlamında olumlu yönde gelişim gösterdiğimi düşünüyorum. Sonsuz değişim olanağına sahip yenisini alma eskisini atma geleneği olan moda hakkında da oldum olası bihaberim, günlerimin çok büyük çoğunluğunu evimde kitaplarımla geçirmeye gayret gösteriyorum. Tabii ki tüketim kültürünün esiri olan arkadaşlarım var ve onlara ayak uydurduğum zamanlar da oluyor lakin artık bu durumu önemsemiyorum çünkü toplumdan kendimizi tam olarak izole etme gibi bir şansımız yok, Henry David Thoreau sivil itaatsizlik diye başlattığı başkaldırı da bile sınırlı bir süre Walden Gölü'nün kenarına ormanlık alanın içinde bir kulübe yapıp sığınmıştı. Lakin insanlar yine de her gün gidip onu rahatsız etmişti. O da geri dönüp koplumuna yeniden karışmıştı.

Sosyoloji farkındalık seviyemizi üst noktalara çekebilecek bir alandır. Bauman'ı okumanızı öneririm ve kitapta geçen altını da kalın bir şekilde çizdiğim şu sözleriyle bitirmek istiyorum:


"Ben tek başıma bir kenarda, dışlanmış ve arkadaşlıktan sürülmüş, eğlenceden alıkonulmuş, diğerlerinin eğlencesini çitlerin arkasından izlemesine izin verilen, fakat içlerine katılma şansı olmayan biri olacağım..."