Rastlantısallık ve devinim üzerine bir kitap olan "Algı Kalesi" hakkında bir şeyler söylemek istersek şayet; en kısa şekliyle zaman içinde zaman olgusu olurdu. Bu bana Dark’ı anımsattı. Dark’ta ana karakter olan Jonas yaşadığı kasabada var olan mağara vasıtasıyla geçmiş veya gelecekteki yıllara giderek zamanda yolculuk yapabiliyordu. Algı Kalesi’nde ise ana karakter olan Levend, üç katlı ahşap bir kütüphanede kitaplar vasıtasıyla geçmişte yaşanmış ve gelecekte yaşanacak olaylar arasında tabiri yerindeyse mühürlenip kalıyor. Bir kitaptan olacakları okurken, akabinde okuduklarını yaşamaya başlıyor veya geçmişte yaşadıkları bir yana o anki düşüncelerinin bile noktasına virgülüne varana dek ifade edildiğini ve kitaplaştırıldığına şahitlik ediyor.
Tabi bu durum, akıl ve irade sahibi olan insan için bir kafes algısı yaratıyor. Adı üzerinde Algı Kalesi - Dark. İçinden çıkılması gereken, yıkılıp aşılması gereken bir engel olarak insan zihninde karşılık buluyor.
Şöyle de ifade edebiliriz, olacakların bu kadar keskin hatlarıyla bilinmesi insanda bozulması gereken bir simülasyon algısı yaratıyor. Rahatsız edici. Hayatın bütün gizemini bertaraf eden bir tabuttan farksız.
Oysaki, gizem ve merak duygusu insanın heyecanını diri tutan bir var olma sebebi değil mi? İşte bu nedenle hem Dark’ta hem de Algı Kalesi’nde ana karakterler canlarının derdine düşmüş gibi, bu anlam veremedikleri iradelerini ve varlıklarını sarıp sarmalayan tuhaf gerçeklikten kaçmanın bir yolunu arıyorlar. Akıl ve iradelerini yarının bilinmezliğindeki özgürlüğe çekmeye çalışıyorlar. Çünkü bunun aksi fiziksel ölüm değilse bile, zihinsel ölüm.
Evrenin uçsuz bucaksız bir sonsuzluk olduğu malum. Ama yine de her şeyin bir sınırı ve düzeni var. Yani Kozmos. Bu düzenin neresinde oluğumuzu pozitif bilimin yanı sıra kendi aklımız ve varlığımız dahilinde saptayabiliyoruz. Bu noktada bilgimiz ve bilgiye dayalı yaşanmışlığımız arttıkça, evren genişliyor ve bir sonraki soruyu sormamızı sağlıyor. Bu sefer soru dahilinde yaşamaya ve bir şeyler yapmaya başlıyoruz. Dönüp bakıldığı zaman bu döngü de birbirini tekrarlıyor gibi görünse de olaylar içinde değil, olgular içinde bir tekerrür olduğu için devinimi insanda ölüm duygusunu değil, yaşam duygusunu çağrıştırıyor.
İnsanda kaçma dürtüsü uyandıran şeyler, olayların bu kadar şaşmaz bir gerçeklikle süregelmesi algısı değil midir?
Bu noktada rastlantısallık ve devinim kavramları daha çok anlam ifade ediyor. Süregelen gerçeklik rastlantısallık mı devinim mi? Zannedersem rastlantısallık bir ya da birkaç defaya mahsustur. Ama devinim süreklidir. Daha uzun soluklu olan devinimin temel şartlara bağlı olduğunu düşünürsek, şartların değişmesi halinde içinden çıkılabilir olur diye düşünürken, Algı Kalesi’ndeki Levend ve Dark’taki Jonas karakterleri gibi bu amaç uğruna çaba sarf ederken, aksi olarak şartları tam olarak, noktasına virgülüne varana dek yerine getirdiklerini görüyoruz.
Öte yandan, akıp giden zaman olgusu var. Zaman her ne kadar kimseden yana taraf görünmese de bazen lehimize bazen de aleyhimize geçer. Hep eskinin daha iyi ve her şeyin daha kolay olduğunu düşünürüz. Neden? Çünkü, olanlar olmuş, sorunlar çözülmüş veya olumlu/olumsuz bir sonuca bağlanmıştır. Yani olanlardan bizim bir sorumluluğumuz olmadığı gibi sinema filmi izleyen bir seyirci rahatlığı ile bir zamanlar hayatın akışına tanıklık ederiz.
ŞEYMA KUTLUTAN
2023-03-24T16:46:33+03:00Teşekkür ederim ✨
Melisa Koşucu
2023-03-24T15:43:55+03:00Zaman olgusunun inşa ettiği yıkılmaz algı kalelerine ve sürekli devinimin yarattığı yaşam yanılgısına iyi bir dille dokunmuş mükemmel bir deneme. Proust'u hatırlattı bana. Harika!