İz Bırakan Düşünceler


Almanya’da 6 ay yaşadım, seçim dönemini de gördüm. Eğitimini, kültürünü ve insanlarını çok yakından olmasa da inceleme fırsatı buldum. Benim gibi küçüklükten beri hemen her şeyi analiz etmeyi seven birisi için aslında bazı konularda bir haftalık bir süre dahi sonuçlar elde etmeme yetti.


Bana herkes parayı soruyor, marketi soruyor, geçinmeyi soruyor. Ben ise kanunen bir yaptırımı olsa da, olmasa da davranışların değişmeyeceği anlayışı anlatmak istiyorum. Alım gücü elbette çok önemli de, ikinci el bir eşya alırken eşyanın tüm eksikliklerini söyleyen ve fiyatını da ona göre belirleyen ahlak anlayışı önemli değil mi? İşine yaramayan şeyleri ne kazansam kârdır anlayışıyla değil de, evinin önüne ücretsiz koyan yardımseverlik önemli değil mi? Ne bileyim yani, tren biletini aldığına güvenen devlet ve bu güveni boşa çıkarmayan vatandaş olmak önemli değil mi? Sokakta 3 yaşında çocukların pedalsız bisikletleriyle özgürce gezebilmesi önemsiz mi? Bana hep parayı sordular. Şu ne kadar, bu ne kadar. Ben ise satın alınamayacak şeyleri anlatmak istiyorum. Almanya’yı, Avrupa’yı kötüleyince elimize ne geçecek. Yüz yıl önce, iki yüz yıl önce olanları söyleyince mağrurlaşan bakışlarımız bize ne kazandıracak? Yani Batı medeniyeti aslında yok mu diyeceğiz? Batı medeniyetini yanlış anlayan ve uygulayanlara bakıp da hemen vaz mı geçeceğiz? Hayatın en ufak ayrıntısında dahi bilim ve akıl temelli bir doğru ahlak anlayışının etkisini görebildiğim bir ülkeden, bir medeniyetten ileride olduğumuzu iddia edemiyoruz zaten ama sanki hep bir ruh üstünlüğü kurmak istiyoruz. Belki Alman dostunuz size bir içecek ısmarlamaz, belki bireyin ön plana çıktığı bu medeniyette insanların bireysel olarak haklarını ve zevklerini küçük, büyük demeden koruması, yaşaması bazen bize tuhaf gelebilir. Ancak misafirperverliğiyle övünen ülkemiz insanının komşusunu tanımayacak kıvama geldiği, günümüzde küçük köy ve kasabalarında herkesin birbirine selam verdiği bir ülkeden nasıl önde olabiliriz? Ben internette veya güncel hayatta hep ama’lı cümleler duyuyorum. Hep bir ama diyorlar, tamam Almanya iyi ama, Batı iyi ama... Evet belki hiçbirimize, en hümanisti dahi kendine eşit görecek şekilde bakmayabilir, evet alttan alta hep bir farklılık hissederiz, gitsek bile. Ama mesele bu değil, mesele hayatlarının maksimum düzeyi ancak Almanya gibi ülkelerde başlangıç düzeyine eşit gelebilecek insanların zihnen ve ruhen her gün işkence görmesidir. Bizim konuşmaya çekindiklerimizi, tabularımızı, kutsallarımızı ve yara olarak addettiklerimizi onlar konuşmuş, tartışmış, kavgalar etmiş ama geride bırakmış. Ben bu aradaki farkı gördükçe üzüldüm.


Teknolojiler, kanunlar, sistemler, bunlar çok kolay alınır, verilir. Peki insan kalitesi, insanın ahlakı, toplumun ahlakı, ama öyle şeklen ve sözde ahlak değil, bazı kutsallara ve farklı tabulara indirgenmiş ahlak değil, bireylerin tercihini kısıtlamayı görev edinmiş ahlak anlayışı değil. Dürüstlük mesela, dürüstlüğü ithal edebilir miyiz? Samimiyet mesela, bisikletini satan bir çocuğun, bir gencin, bisikletteki bozuk kısımları söyleyen tavrını alabilir miyiz öyle birden? Bizim farkımız teknolojiler üreten zihinlerde değil, bizim farkımız bir günde değişebilecek kanunlarda değil, bizim farkımız sistemlerde değil; bizim farkımız insan farkı, bu fark belki de asla kapanmayacak bir fark. Çünkü bizler bir farkın olduğunu bile kabullenmiyoruz. Kabullensek bile küçümsüyoruz. Almanya bir ütopya değil, Almanya’da herkes dışarıdan gelene sevgi kelebeği olarak yaklaşmıyor, evet. Ancak Almanya’da haksızlığa uğradığınızda kim olursanız olun, hakkınızı alacağınızı bilmenin verdiği bir huzur var. Bizim aramızdaki farklar bir günde oluşmamış ve bizim aramızdaki farklar bir günde kapanmaz. Ayrıca bizlerden kim, ne kadar bu farkı kapatmayı istiyor ki? Kim, ne kadar bu farkı kabulleniyor ki? Kim, ne kadar doğru analiz ediyor ki? Benim öğrendiklerim, benim gördüklerim, keşke sadece mizahın köprüleriyle ulaşılacak kadar yakın yerlerde dursa. Çok gezen arkadaşlarım oldu orada, çalışan arkadaşlarım oldu; tek başına yaşayan, arkadaşıyla eve çıkan arkadaşlarım oldu, derslere girmeyenler, girip umursamayanlar. Sanırım bana da bu düşünce süreci kaldı. Hayatta bir yemek çeşidinin en güzelini yediğimde hem sevinirim hem üzülürüm çünkü bilirim ki büyük bir ihtimalle aynı yemeği bir daha yiyemeyeceğim, işte benim Almanya’ya karşı hissettiğim budur. Ben yarın bir gün gitsem oraya, benim için değişecek bu eksen, koca bir coğrafya için de değişecek midir? Ahmet Hamdi Tanpınar’ın da dediği gibi, “Biçare beşeriyet, bütün tarihin neye istinat ediyor.”