— Ha-ha-ha-has-has-an Has-an.

— Has an mı?

— E-e-e-evet Has-an Hasan.


Saat beş buçukta arar mısın sen Brandacı Hayri’yi! Hayri’nin çoktan Okan’a sövdükten sonra evin yolunu tuttuğu, Okan’ın da söve söve saatin altı olmasını beklediği bir vakitte! İşte böyle olur. Senin yıllarca hayalini kurduğun dükkanın önüne koyacağın brandaya Has-An yazıverirler de elinden bir şey gelmez. Onlar da haklı, sinirlenince bülbül gibi şakıdığını, heyecanlandığında kekemeleştiğini nereden bilsin adamlar! Öğlene doğru araman en doğrusu olurdu, Hayri Usta dükkandayken ama yapacak bir şey yok artık. Kim inansın senin bir dükkan için bu kadar heyecanlandığını.

İşte açtı dükkanı Hasan Efendi. Yıllarca didindi durdu, param yok diye yalan söyledi, böyle böyle üç kuruş para biriktirip sonunda açtı yedi nesil sonra bile adının yaşamasını sağlayacak ekmek teknesini. Kârı da onun zararı da onun her şeyiyle onun olan bu dükkanı. Şimdi çarşının en güzel lahmacunları onun elinden çıkacak. Yanına da yetim Abdi’yi çırak alır. Oldu bu iş.

Biraz geç oldu ama Hasan’ın akranlarının aksine yirmi dört yaşına gelmesine rağmen hâlâ bekar olduğunu söyleyeyim burada. Kendinize bakıp da gençmiş demeyin haa. Yedisinde dedesi ölünce on birine kadar zor bulmuştur barınacak yeri Hasan. İlkokulun bittiği gün de girivermiştir çarşıdaki tabelasız lahmacuncu Alim’in yanına çırak olarak. Yahut amcası atıp kaçmıştır da diyebiliriz. Annesi babası mı? Sormayın yahu, koskoca adamım, karşınızda salya sümük ağlayayım mı istiyorsunuz şimdi?

Tekrar bugüne gelebiliriz. Şimdi Hasan’ın yirmi dört yaşına kadar yetmiş dört yaşındaki adamdan daha çok yaşamış gibi olduğunu düşünüyorsunuzdur herhalde. Gerçekten öyle. Kendine ait hiçbir şeyi olmayan bir çocuktu Hasan. Böyle dedim diye sessiz sakin pısırık bir Hasan gelmesin gözünüzün önüne. Bilakis hep fırlama, hep bir cambazlık peşinde, hep etrafı güldüren hatta sırf bu yüzden bazı arkadaşlarının zaman zaman “Keşke ben de böyle yetim olsaydım.” diye düşündüren bir Hasan bizimkisi. Ama bir o bilir bir Allah bu yokluğun ne pis olduğunu. Şimdi siz de biliyorsunuz ama sakın yüzüne karşı söylemeyin n’olur!

Bunları bilirseniz en sonda diyeceğimi biraz daha ciddiye alırsınız belki diye anlatıyorum bunları.

İşte böyle bir yokluk yüzünden hep hayal etti ya kendi dükkanı olsun diye. Ona ev olacak, ekmek olacak, siper olacak bir dükkan. Adı Has-An oldu dükkanın ama vardır bir hikmeti deyip önüne baktı her zamanki gibi. Abdi’nin amcası da sağ olsun ikiletmedi de hemen verdi Hasan’ın yanına. Ne güzel dükkan oldu. Ne güzel tekne. Ekmek teknesi. Ne güzel lahmacunlar yaptı. Ne güzel azarladı Abdi’yi de sonra ne güzel gönlünü aldı. Hâl böyle olunca ne güzel paralar kazandı Hasan. Keyfi yerinde olunca fırsat buldukça kapının önüne çıkıp Has An yazısına baktı da güldü hatta Brandacı Hayri’yle çırağı Okan’a bir keresinde içinden gelip lahmacun bile gönderdi Abdi’yle.

Birkaç yıl geçti dükkan açılalı. Bir rüzgârda karşı apartmanın çatısı uçtu. Tuhafiyeci Fevzi öldü. Dükkana bir kedi dadandı, adını Rambo koydu. Rambo bir gün doğurunca yavrularıyla birlikte hepsini azıttı. Abdi’nin bıyıkları çıktı. Askerlik süresi kısaldı. Fenerbahçe şampiyon oldu. Hasan önce dükkanı satın aldı, sonra dükkanın üstündeki evi. Eve bir şey almadı, sadece bir döşek attı. Yaşı otuzu geçmişti. Artık her şeyi kendinindi. Böyle olunca komşuların çocukluğunu bildiği fırlama, neşeli Hasan’ın içine bir başka eksiklik çöktü. Bunu da kimse fark etmedi. Bu sefer kendinin olanları birisiyle paylaşma ihtiyacı duyduğunu biliyordu bilmesine ama kime desin, ne desin? Bunları düşünürken birkaç lahmacunu da yaktı fırında laf aramızda.

Bir gün, Abdi de izinliyken dükkana bir kız geldi. Kız değil afeti devran. Afeti devran değil peri kızı. Peri kızı da değil bir hayal. Sağ elini cebinden çıkarıp kıza çaktırmadan kaba etini çimdikledi Hasan. Kendi yaptığına kendi sıçradı, hayal görmediğini anladı. Kızla birlikte güldüler. Sonra siparişi aldı. Dört lahmacun iki ayran, paket olacak. Kız beklerken sormadan çayı bırakıverdi masasına. Kız baktı gülümsedi. Dükkanın adı niye Has An, diye sordu. Gerçekten isminiz böyle mi? Hasan heyecanlandı, en başa döndü.

— Ha-ha-ha-has-has-an Has-an

— Has an mı?

— E-e-e-evet, Has-an Hasan


Kız tekrar gülümsedi, çayına iki şeker attı. Çaydan bir yudum aldıktan sonra bu sefer yüksek sesle “Has An ha? Ha ha ha. Has An.” dedi, bardağı masaya bıraktı. Hasan kızardı, yerine dönüp hiç konuşmadan hazırladığı lahmacunları fırına attı. Alevlere baktıkça daha çok kızardı da bir daha küllüm bakmadı öbür tarafa. Tam pişen lahmacunları küreğe alacağı sırada Abdi girdi içeri. İzin günü görülmüş şey değil. Allah gönderdi diye düşündü. Elektrik idaresi göndermiş. Elektriklerini kesmişler, avans isteyecekmiş. Hasan peri kızına bakmadan küreği bıraktı, dışarı çıktı. Abdi şaşırdıysa da paketi hazırlayıp kızdan yirmi üç lirayı aldı. Sonra Hasan geri döndü. Abdi anlamadı Hasan’ın kıza vurulduğunu, eve döşekten gayrı alınacakları onunla birlikte almak istediğini. Elektrik, dedi ustasına. Hasan yüz lira verdi kasadan Abdi’ye.

O gün bugündür Hasan durgunlaştı. Dükkanın önüne çıkıp çıkıp Has An yazısına bakıp kekelemeden sövüyor kendisine, tek nefese ne kadar küfür sığarsa artık. Abdi’ye sordum kız neye benziyordu diye. Normal bir kızdı abi işte, dedi. Kısa boylu, siyah, kıvırcık saçlı. Sağ yanağında bir ben varmış, sol yanağında bir sivilce, bir de bir gözü şaşı gibiymiş. İlçeye yeni taşınmıştırmış belki, belki de sadece o gün işi düşmüştürmüş. Anam babam bir kızmış işte. Ne peri kızı ne afeti devran.

Hasan duymasın bu dediklerini. İnsaniyet namına bulalım şu kızı. Bir düşünün hele. İki hafta önce Has An lahmacun fırınının civarında şöyle anam babam bir peri kızı gördünüz mü?