‘’Saçları kumral, gözleri koyu mavi. Yüzü uzun, burnunun ucu kalkık, ağzı büyükçe, biraz dişlek, dudakları kalın. Orta boylu, balık etinde; bacakları az eğri. Otuz beş yaşlarında. On yıl önce uzak köylerin birinden dayısı olduğunu söyleyen bir adam getirdi kadını, bohçası koltuğunda. ‘Recep Ağa söyledi, kadın gerekmiş.’ Aylığına pazarlık ettiler, uyuştular. Kadını yukarı gönderdi. Adama ‘Otur bir çay içelim’ dedi. Çay içerken anlattı adam. Babası, anası ölmüş. Yanlarına almışlar kızı. On yedisinde evermişler. Gerdek gecesi sabaha karşı bozuk çıktı diye geri göndermiş kocası. ‘Hele sürtük, kim bozdu seni kız? Bilmiyom der bu, söylemez. Dövdük falan, valla bilmiyom der. Yeter herif, söyleyecek de ne olucak dedi yengesi.’ Beş yıl sonra komşu köylerin birinden karısı ölmüş üç çocuklu bir adama vermişler. Üç ay geçmemiş geri getirmiş adam, ‘Çok uyuyor bu’ demiş. ‘Uyur evet, uyur ya işi eyidir. Köy yerinde dul karıya rahat yok; hele kısır olursa. Evlisi bekârı bıyık burar; fırsat kollar yezitler. Recep Ağa söyledi geçen gün; getirdik işte. Eh, iznin olursa…’ ‘’ (Atılgan, 2013: 14, 15)

 

Zeynep, sonraki kısımlarda yer alan, Zebercet memesine dokunduğu için uykusunda verdiği ‘’Geldin mi dayı?’’ (a.g.e.: 15) tepkisinden anlayacağımız üzere kendisine tecavüz eden dayısının gözünde bundan ibarettir işte. Zeynep’in yapacağı iş için onu dayısı getirir, aylıkta dayısı anlaşır, çay teklifi de dayısına yönlendirilir. Tecavüze uğramış Zeynep ‘’bozuk çıktı’’ diye dayak yer. Bu dayaktan ‘’dövdük falan’’ diye bahsedilir. Böyle akan bir andır bu. Zeynep, onu fark edebilenlerin dikkatine bırakılmıştır romanda. Ona özel bir yer ayrılmamıştır. Çünkü bu, Zebercet’in romanı olacaktır. Köy yerinde ‘’kısır’’ ve ‘’dul’’ diye rahat verilmemiş, tecavüze uğramış, dayısının yaptığını söylememiş, oradan oraya sürüklenmiş Zeynep’in romanıysa muhtemelen Anayurt Oteli’ni okuyan birçok insanın, özellikle de kadınların zihninde yazılmıştır.

 

Çalışmadığı zamanlarda uyur Zeynep. Zebercet ona tecavüz ederken uyur. Bilerek uyur. Bunu, ezberlenmiş bir davranış gibi yapar. Başka bir ihtimali yokmuş gibi yapar. Zebercet’in onay vermek sandığı bu karşı koyamayış, biliriz ki -bilmeyiz ki-  aslında bir onay değildir. Bu, Zeynep’in hayatının geneline yayılmış olan eril tahakkümün, bizim okuyarak şahit olabildiğimiz en tiksindirici sahnesidir yalnızca. Ölümüne kadar olan tabii.

 

Zebercet, otele müşteri almamaya başlayınca; Zeynep, yıllardır alıştığı düzenin bozulmasından ve çalışmamaktan rahatsızlık duyar, köyüne dönmek ister fakat Zebercet gitmemesini söyler. Daha sonra da ‘’uykuda istemediği’’ (a.g.e.: 57) için artık, sanki daha önceleri yaptığı şey tecavüz değilmiş gibi bir de karşılık bekler Zeynep’ten, istediği karşılığı alamayınca da öldürür Zeynep’i. Bu kadardır işte. İstediği karşılığı alamaz ve öldürür. Tecavüze uğrayan Zeynep, karşılık vermiyor diye öldürülür. Köy yerinde yaşamasına izin verilmeyip taşraya gönderilen Zeynep, taşrada öldürülür.

 

Buraya kadarki kısım; patriyarkanın, kadına düşmanlığın, eril sistemin bir kadının hayatını nasıl mahvettiğinin kolayca okunabileceği kısımdır. Benim dikkat çekmek istediğim nokta, Zeynep’in katilinin bir erkek olmasının yanında, Zebercet gibi bir erkek olmasıdır. Çünkü Zebercet’i daha yakından tanıdığımızda, Zeynep’in yaşadıkları sebebiyle erilliğin korkunçluğunun boyutuyla bir kez daha yüzleşiyoruz.

 

Kimdir Zebercet? Çocukluğundan beri hor görülmüş, ‘’erkekliği’’ üzerinden sürekli aşağılanıp alay edilmiş, insanların gözünde hiçbir şeyiyle ‘’tam’’ olamamış biridir. Ailesi tarafından yeterince sevgi görmez, erken doğumla dünyaya gelmesinin sorumlusu bile kendisiymiş gibi davranılır. Otel dışında hakimiyet kurduğu hiçbir alan yoktur. Hayata ve olasılıklara karşı korkak, çaresiz bir insandır. Bulduğu çözümse rutinlerle yaşamaktır, kendini böyle güvende hissetmeye çalışır. Zebercet’in yaşadığı bu durumları anlamaya çalışmak, ona bunu yaşatan diğer insanları eleştirmek ve onu intihara sürükleyen yabancılaşmasını çözümlemek, şimdiye kadar birçok makale ve yazının konusu oldu. Bu sebeple bu konulara burada tekrar girmeye gerek yok. Yalnızca bilelim ki Zebercet, kendi hayatının hakimiyetini sağlayamamış, ‘’Ne ölüyüm ne sağım’’ (a.g.e.: 95) sözünü kendisiyle ilişkilendirmiş, hayatıyla ilgili kendi isteğiyle aldığı ilk ve son karar intihar etmek olan bir insan. Toplumdaki çoğu insandan farklı, toplum tarafından insan muamelesi görmemiş ve yalnızlığa itilmiş bir insan. Yalnızlığını çözümleyecek, onunla barışacak ve güçlü durabilecek hatta problemin ne olduğunu anlayabilecek bilinç düzeyine sahip olamamış hiçbir zaman. Toplum tarafından adeta ‘’yaratık’’ haline getirilmiş. Üstelik toplum, bu sonucun farkında bile değil, herkes kendi olağan yaşantısına devam ediyor.

 

Peki, Zebercet’in böyle bir insan olmasının, onun Zeynep’e yaptıkları açısından bir önemi var mı? Evet, var. Toplumun yarattığı bu yaratıktan zarar görenin Zeynep olmasından dolayı toplumun kötülüğü ve acımasızlığı yine bir kadının hayatını mahvettiği için var, evet. Fakat bunun dışında dikkate değer bir şey daha var: Zebercet, bir insan olarak kendi hayatında hiçbir tahakküm kuramazken, kendine çözüm dahi bulamazken, güvendiği bir güç -para gibi- olmadığında uğradığı haksızlığa bile ses çıkaramazken bir ‘’erkek’’ olarak, bir kadının hayatını karartma gücüne sahip olabiliyor. Zebercet için ‘’O kadar çaresiz ve toplum tarafından mağdur edilen biriyken Zeynep’e tecavüz edebiliyorsa, onu öldürebiliyorsa kendi hayatını da düzeltebilirdi.’’ benzeri düşünceleri ve Zebercet’i bu noktadan eleştirmeyi, kitabı ilk okuduğum zamanlardan beri doğru bulmuyorum. Benim dikkat çekmek istediğim nokta, Zebercet’in bir ‘’insan’’ olarak bu kadar çaresiz, bu kadar yalnız, bu kadar bilinçten yoksun debelenen biriyken, bir ‘’erkek’’ olarak, kendisinde tecavüz ve cinayet için ‘’güç’’ bulabiliyor olmasıdır. Dolayısıyla da burada eleştirilerin, Zebercet’ten öteye, daha sinsi ve tehlikeli bir şeye, patriyarkaya yönlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

 

Zeynep’le Zebercet’in bir ortak noktaları var: Toplum tarafından insan olma ve kendi hayatlarını yönlendirme şansları, hayatlarının erken dönemlerinden itibaren ellerinden alınmış. İşte tam bu noktada, bu iki insanın erkek ve kadın olması giriyor devreye. Biz, Zebercet’i, yabancılaşmış ve sonu intihara giden bir mağdur olarak sayfalarca okuyoruz. Zeynep’in ise yaşadıklarını kısaca okuyor hatta bir kısmını da tahmin etmek zorunda kalıyoruz. Zeynep, tıpkı Zebercet gibi toplumun bir mağduruyken, bir de Zebercet tarafından mağdur edilmeye devam ediliyorsa bunun tek sebebi Zeynep’in kadın, Zebercet’in erkek olmasıdır. Burada herkesin tekrar düşünmesini istediğim budur. Toplumun iki insanı mağdur etmiş olması eril sisteme yetmez, eril sistem öyle bir şeydir ki mağdur iki insandan bile kadın olanı daha da mağdur etmek ister. Bir kadına hiçbir şans bırakmamak ister, Zebercet gibi bir adamın yanında bile kadının hiçbir gücü olmasın ister. Erkekle kadının aynı derece mağdur edilmesine bile tahammül edemez eril sistem.

 

Eril sistem, kadının bir insan olarak kendi ihtimallerini, kendi kimliğini yaratma hakkını elinden almak üzere çalışır hep. Sırf erkek olması sebebiyle Zebercet gibi bir insana, bir kadına tecavüz etme ve onu öldürme gücünün olduğunu düşündürür. Herhangi bir erkeğin de böyle bir güce sahip olduğuna, bunu yapmak için sebepleri olduğuna inanması fazlasıyla korkunç ve boş temelli olsa da bunu yapanın bir de Zebercet olmasına dikkat çekmemin sebebi budur. Zebercet’ten daha güçlü bir erkeğin bu davranışı sergilemesi daha ‘’normal’’, daha ‘’meşru’’ olacağından değil, güçsüz bir insan olan Zebercet’e bile eril sistemin kadın karşısında nasıl bir güç bahşettiğine dikkat çekmek istememdendir. Sayfalarca nasıl mağdur edildiğini, nasıl yabancılaştırıldığını, nasıl çaresiz ve ürkek bırakıldığını ve sonunun nasıl intihara sürüklendiğini okuduğumuz Zebercet’e; eril sistem, konu kadına geldiğinde işte böylesine haksız bir güç bahşeder. Zebercet’i intihara sürükleyen o toplum, bir başka yüzü olan erilliğiyle de Zeynep’in katline sebep olur. Bu yüzden toplum tehlikeli, eril bir toplum daha tehlikelidir.

 

Roman alıntıları için bkz. Atılgan, Yusuf (2013). Anayurt Oteli, Yapı Kredi Yayınları: İstanbul.