Ankara; geldiğimden beri anlamını bulamadığım bir şehir, buradan hem nefret ediyor hem de burayı çok seviyorum. Sanki dünyanın bütün grilikleri burada toplanmışta da geçirdiğim bütün zamanları yad ediyorlar. Geçmişimden bir parça, geleceğimden de bir esame gibi... Ankara'dan daha iyisine kaçabilmek dururken buranın donuk günlerine daha fazla çekiliyorum, bir nevi beni kendisine bağlıyor, dışarının kötü bir boşluk ve hissizlikle dolu olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Ankara gerçekten kötü bir sevgiliydi, hayatınızdan aldığınız keyif kursağınızda kalır, bir süre hayatın boşluğundan yakınır ve tam başaracağım dediğiniz zaman karşınıza çıkıp gitme, seni seviyorum derdi. Bu döngü sürekli ve sürekli baştan başlayıp hiçbir sona bağlanmazdı. Öyle bir griydi işte... Kimisi için kötü bir şehir, kimisi için güzel bir şehir ama her türden insanın burayı güzel veya iyi bulduğunu bulmak tuhaf değildir. Politikanın başkenti olsa dahi bir sağcı için de bir solcu için de güzel bir şehir olabiliyor. Hani bir İzmir mükemmeliyeti yok, size herhangi bir beklenti vermeden sadece hayatın ta kendisi gibi gri...


Yaşamı hissettiren tuhaf bir havaya sahip. Hem yorucu hem zamansız, hayal ile gerçeğin birbirine girdiği, yobaz ile laiklerin görülmediği, hissedilmediği, adeta kendi içleri içerisinde farklı ideolojilere bürünmüş ve bütünleşmiş. Hayatın aslında saatsiz, hissiz bir şekilde akmaya başladığını anladığında yaşadığını hissetmeye başlıyorsun. Anlar geçip gidiyor ve gerçekliğini bile sorgulamıyorsun, sanki kendinde değil gibisin, bir izleyici gibisin, için dışarıya çıkmış da sızlıyormuş, canı yanıyormuş da bu acıdan zevk alıyormuş gibi insan kendi kendini yok hissedebiliyor. Gri boşluğun içinde çok da anlam aramamak gerektiğini, insanları umursamamanın öğretisini ve pek çok histeriyi size gösteriyor Ankara...


Uyanmanın verdiği sersemlik, görmeye alışkın olmadığım güneş ışıklarıyla yavaş yavaş kesiliyor. Hafif rüzgarlı havada zar zor yaktığım sigarayla boşluğa dalıp hiçbir şey düşünememenin verdiği hazzı yaşıyorum. Kafamı hafif döndürdüğümde hep yalnız başına salonunda rahatça oturan amcanın bugün orada olmadığını görüyorum. Üstelik bu sabah camların perdeleri de kapalı değil. Aklıma; yaşadığı veya yaşayabileceği, beni gördüğünde- veya görüyor ise- ne düşündüğü girdi. İnsanların yaşantıları ve düşünceleri sanki bambaşka evrenlere açılıyormuş gibi hissettiriyor bana, onların renkli veya renksiz hayatlarını tahmin edebilmek... Onları, hayatlarını ve onların hayatlarındaki küçük bir köşeyi düşlemek beni cidden dinçleştiriyor. Düşünsenize her bir insanın farklı bir evrene ve karakterlere sahip olduğunu, o insanların hayatındaki üzüntüleri, onların dertlerini, mutluluklarını ve kötülüklerini... Bizim bunlardan haberimiz olmasa dahi bunlar yaşanmaya ve sürekli gelişmeye devam ediyor. Hayatta yalnız olmadığımızı ve aslında çok da özel varlıklar olsak dahi bizden milyarlarca olduğu gerçeğini unutmamız gerekiyor. Hayatımız boyunca aradığımız o partnerin en büyük derdimiz olmasına bir anlam bulmak zor olmasa dahi hayatın belli belirsiz kısımlarında istemeseniz dahi hayata devam edip bir şeyler üstüne uğraş güdüyorsanız o tip insanlarla karşılaşıyorsunuz. Çektiğimiz acıların uzunluğu, bu acıların hayatımıza negatif etkileri, anlık olarak sürekli bir mızmızlık... Belki de bir şeylerle boğuşmak yerine tıpkı demin olduğu gibi boşluktan kafanı kaldırıp o amcanın yüzüne sen de bakmalı ve bazen kendinden uzaklaşıp başka düşlerde hayat bulmalısın...