Ne kadar büyük, ne kadar güzel bir aşkımız vardı bizim. Bilemedik kıymetini. Çok çabuk tükettik. Aşkın tükenebilen bir şey olduğunu bilsek çok daha dikkatli olurduk belki. Daha yavaş, tadını çıkara çıkara içerdik onu. Bazı sevişmeleri kötü günlere saklardık en azından. Birbirimizde keşfedecek yerler bırakırdık. Olmadı ama. Beceremedik. Anın büyüsüne kapılıp gittik. Sondaki ayrılığı göremedik. Keşke diyorum, bildiğin tüm güzel dizeleri bir çırpıda okumasaydın da birkaçını beni durdurmak, gitmeme engel olmak için saklasaydın. Yine giderdim belki ama içimde günden güne büyüyecek bir pişmanlığın tohumları da ekilmiş olurdu. Sıfırı tüketmemiş olsak ayrılığın vahşi tadını duyardık belki. Ayrılığın da sevdaya dâhil olduğunu, ayrılanların hâlâ sevgili olduğunu hissederdik. Tabii sıfırı tüketmemiş olsaydık. Birbirine temas eden son hücrelerimiz de ayrılırken bir şeyler "cız" edebilirdi. Etmedi. Hiçbir sevişmenin tadı damağımızda kalamadan yeni bir tanesine yelken açtık çünkü. Alabora olabileceğimizi ya da bir buz dağına çarpabileceğimizi hesap etmeden dalgalara bıraktık kendimizi. 


Sadece birbirimize olan aşkı değil içimizdeki sevgi ağacını da kuruttuk biz. Sevme yetimizi kaybettik. Malulen emekliye ayırmaları lâzım bizi. Sevgi yetmezliğinden ameliyat olmamız, günlerce hastanelerde kalmamız, birbirimize refakatçi olmamız lâzım. Yeniden sevebilmek için tedaviye mahkumuz. Vücutlarımız bu tedaviye yanıt vermese bile denemek zorundayız. Yeniden maviliklere yelken açabilmek için; ağaçlarımızın yeşillenip çiçek açabilmesi için… Denemek zorundayız. Yüzük parmaklarımızdaki izler kaybolmadan yapmak zorundayız bunu. 


En azından ben yapmak zorundayım. Şiirlerde anlam aramaya başlamadan, gözlerimdeki ışık sönmeden, zamanın akışına kapılıp gitmeden, sonbaharın ilkbahardan daha güzel olduğunu unutmadan, güzelliği deri üzerinde aramaya başlamadan, mutlu olmayı matah bir şey sanmadan, kendimi her konuda haklı görmeye başlamadan yapmak zorundayım bunu. Ancak o zaman hatırlayabilirim sevmenin nasıl bir şey olduğunu. Kendimde sevecek gücü o zaman bulabilirim.

 


Yoksa hayata kapılırım. İşe veririm kendimi. Zengin bir adamla evlenirim. Sevişmeyi bir görev addederim. Çocuklar doğururum. Onları beslerim. Pahalı çantalar, ayakkabılar alırım. Saçlarımı sarıya boyatırım, dibi gelir umursamam. İyi bakamam çocuklarıma. Kötü bir anne olurum. Erikson sokakta görse suratıma tükürür. Freud ellerini ovuşturur bana malzeme çıktı diye. Her geçen gün daha çok içmeye başlarım. Zengin kocam aldatır beni. Çıtı pıtı kızların parfüm kokularını taşır yatağımıza. Hiçbir şey yapmam. Sabahları geç uyanırım. Başım ağrır hep. Kitap okumayı bırakırım. Televizyon seyrederim. Haberleri pas geçerim. Oje sürerim tırnaklarıma. Günde tam üç kez. İbadet eder gibi. Kocamla sevişirken hiç ses çıkarmam. Soğuk suyla duş alırım. O çoktan uyumuş olur. Sonra gelmez bir akşam. Beklemem. Umursamam. Uyurum. Sabah yalnız uyanırım. Bir daha gelmez kocam. Boşanırız. Çocukları psikoloğa götürürüm. Kendim daha çok içerim. Sevmek fiilinden nefret ederim. Sevdanın sokağına uğramam. Bir kedi sahiplenirim. İki. Üç. Dört. Beş. Evim kedi boku kokmaya başlar. Kedi tüyü yutmaktan bütün gün öksürürüm. Yüzümde onlarca sivilce çıkar. İntihar etmeyi düşünürüm. Korkarım. Yapamam. Sana mektuplar yazarım. Zamanı geriye sarmaya çalışırım. Saramam. Mektupları zarflara koyarım. Gönderemem. Hiç sevmememe rağmen kırmızı güller yetiştiririm balkonda. Adımın hakkını veremem. Gülemem. Sana yazdığım onlarca mektubu okurum tekrar tekrar. Seni geri sevemem. Yırtar atarım hepsini. Sonra oturur tekrar yazarım. Kağıtlarım biter. Kalemlerim tükenir. Tükenmez sandığım her şey gibi. Aşkımız gibi. Ben gibi.