Her insanın anlama ve hissetme düzeyi farklıdır. Anlama ve hissetme düzeyi aşağı yukarı aynı olan insanların birbirini tanıması kolaydır. Anlaşılmak belki de en çok bu ikililer arasında mümkündür. Tabii anlaşılmak onlara özgü değildir. Sizin yardımınızla sizi anlayabilirler, eğer anlaşılmak istiyorsanız kendinizi anlatmayı deneyebilirsiniz. Tam bu noktada söylemeliyim ki anlaşılmak bugüne kadar bana hiç cazip gelmemiştir. Birinin sizi anlaması için ruhunuzdaki kırılma noktalarına yaklaşması gerekir. Ruhunuzdaki kırılma noktaları, size geri kalan hayatınızda bir tavır takındıran ruhunuza asıl büyüsünü kazandıran ve sizi diğerlerinden ayıran olaylar... Bunları birisine anlatarak anlaşılmayı beklemek ruhun büyüsünü bozmaktan başka ne olabilir ki? Bu büyüyü bozacağı için anlaşılmak bana hep ürkütücü gelir.

O güne kadar hiç anlaşılma talebi olmamış, bunun nasıl hissettirdiğini bilmiyor. Birini düşünün karanlık bir odada, yatıp kalkıyor orada. Perdeyi oynatmamış bile. Sonra bir gün birinin merakı ışık getiriyor içeri. Konuşmasına, anlatmasına gerek yok ışık ve merak o kadar güçlü ki her şeyi ortaya seriyor. İlk defa içine bu kadar ışık giriyor. Mutlu, coşkulu ve dingin. Işığın onu fazla teşhir ettiğini düşünüp çekiniyor ama saklanacak yer bulamıyor. Saatlerce konuşsalar birbirlerini anlayamayacak olan insanları düşünüyor ve konuşmasa dahi onu ortaya çıkaran ışığı. Yavaşça kalkıyor yerden, ışığın duvara düşürdüğü yansımasını seyrediyor. Daha önce hiç yaşamadığı anlaşılmak hissinin verdiği zevkin onu ele geçireceğinin ve ışığa olan hayranlığının farkına varıyor. Aniden perdeleri kapatıp kendi karanlığına tekrar dönüyor. Işıksızlık onu deliye döndürmüyor fakat içinde derinlerde bir yerde ışığın yarattığı boşluğu duyumsuyor. Derinlerde ışıkla kurduğu ölgün bağın farkına varıyor ve yaşamaya devam ediyor.