Evet, o’ydu. Beni dinleyecek hatta inanır mısınız beni anlayacak tek kişi o’ydu. Bunun kararını nasıl verdim bilmiyorum. Hava kararmasına rağmen sokak lambaları yanmıyordu. Bu karanlık yolda; yüzünü görmediğim, sesini duymadığım, adını bilmediğim birisi hakkında tek bildiğim şey nasıl olur da bana iyi geleceğiydi? Yürüyüş yolu bir çember şeklindeydi. Bir şarkı dinlemeye başladığımda ikincisine geçerken tekrar önümden geçiyordu ki bu da ortalama üç dakikada bir demek. Benim gibi sessiz, içine kapanık birisi nasıl selam verip her şeyi anlatabilirdi ki? Zaten yürüyüşe de kendimden biraz olsun uzaklaşmak için gelmiştim. Üç dakikada bir kendimle pazarlık yapacağımı bilsem inanın gelmedim. Beni anlayacak tek kişi olduğuna kendimi inandırdığım o insanın sadece bir kez olsun yüzünü görmek istedim. Yürüyüş yoluna indim, onun yürüdüğünün tam tersi istikametinde yürümeye başladım. Çok geçmeden yüz yüze geldik ama şu an yüzünü tarif edemem, aklımda saçlarının siyah oluşu dışında hiçbir şey kalmadı. Bilmiyorum, belki de saçları siyah değildi, lambaları yakmayı unuttular bu akşam. En yakın kapıya doğru yöneldiğim anda lambalar yandı. Büyük bir heyecanla arkama baktım ama kimse yoktu. Gerçekte var olmayan birisini görmeye çalışmış olabilir miyim diye afalladım ama eminim, o kadar kaybetmedim kendimi. Dışarı ilk adımımı attığımda son kez arkama baktım ve sonunda gördüm onu. Saçlarının siyah ve montunun lacivert olduğundan eminim artık. Aynı anda çıkmamız da benim için hiç iyi olmadı. Uzunca bir süre “acaba onunda edeceği bir çift laf mı vardı, bir “merhaba” desem ne olacaktı ki” diye düşüneceğim. Olsun, onu da başkasına anlatırım.