Bir ses duyuluyor dudaklardan,

Önce ilgilenmiş gibi yapılan bir tavırla,

Sıraya dizilmişler ve yekpare bir sesle diyorlar ki:

"Başla bakalım anlatmaya."

Başlıyorum o halde anlatmaya!


Bir çizikten çıkıyorsa savaşlar,

Savaş suçu sayılmalı bilgisayarlar.

Mesai başı duvarlarda beyaz boyalar,

Ne ciddiyet manzaralarda öldü memurlar!


Elektrik direkleri yıllardır yerinde,

Çürümüş yerlerinden faturalar akıyor.

Kaldırımlar üzerinde kurumaya yüz tutmuş tükürüklerin içinde,

Bir sürü kişiye söylenmiş küfürler var.


Yalancı güneş asfalt üzerinde top sektiriyor.

Yakın tarih futbolcusu frikik kullanıyor.

Topu doksana takıyor.

Kalecinin bütün pişmanlıkları pazarlarda, tezgah üzerinde sergileniyor.


Kaleciye gülenler var.

Düşmüş olana,

Kaybetmiş olana,

Gülünmeyecek duruma atılan kahkahalar...


Yerden kalkan kaleci dönüyor seyircilere,

Hıncahınç dolu siniriyle,

Düşmüşlüğün ve yenilen golün verdiği cesaretle,

Söylemeye başlıyor cümlelerini haklı bir ciddiyetle.


Devlet terbiyesi almamış gibisiniz.

Hatta herhangi bir terbiye almamış gibisiniz.

Çünkü her tarafınızda oksitlenmeler açmış.

Paslar, tuzlar, yağmurlar...

Mevsim normallerinin üzerinde bir durum var.


Hakem düdüğü çalıyor.

Maç bitiyor ve herkes evine gidiyor.

Hava akşama kaçıyor.

Akşam benim içimde.

Gece demlenmiş yatsı vakti içinde,

Sürekli gök gürültülü sağanak yağışlı bir hava var içimde.

Yahut kara bulutlu hastalıklı telaşlar miğferimde.


Bir ses daha duyuluyor dudaklardan,

Bu sefer kayıtsız, önemsiz...

İlgilenmiş gibi olan durumundan arınmış,

Daha fazla dinlemek istenmeyen bir tavırla,

Pek tabii karşımda çok bilenler,

Ağızlarında bilindik nağmeler,

Peki evladım,

Son sözünü alalım.


Ordular!

İstikamet, anne karnı.