Buğulu Kelimelerimin Rüzgarı,
Annem…
Ne çok özlemişim annem diyebilmeyi,ne çok özlemişim seni,sesini kokunu…
Sen gittin gideli zemheri soğuğunda kalmış gibi yüreğim. Hasret kokan rüzgarlar doluyor
heybeme. Ellerin değmiş gibi sıcacık esiyor rüzgar, bir o kadar da üşütüyor sessizlik ve
sensizlik.
Daracık bir odanın en izbe köşesinde geceyi aşındırıyor tinim. Sıvası dökülmüş bir evin
duvarlarına aitim şimdi. Aydınlığın olmadığı, yüksek tavanlı o karanlık odanın derinliklerinde
ve usulca sızan o siyahlığın hapsolduğu yerdeyim.
Ve hayat… Öyle bir cümlenin içinde kullandı ki beni satırlarda soludukça büyüdüm,
büyüdükçe ise eksildim. Sisli cümlelerin arasında kaybolmuş bir kelimeyim yalnızca.
Tutunduğum, bağlandığım ne varsa hepsi kayıp. Hiçbir şeyle her şey arasında duran üç
nokta gibiyim. Ne devam edebiliyorum hayata ne de bırakabiliyorum içimdeki külün ateşini.
Közün dibindeki odun parçası misali.
Çiçeklerin mi? Uzun uzun dalıyorum su verirken,taşırıyorum bazen sularını. Bakamıyorum
senin gibi tabi. Konuşmayı da denedim.Lal oldu şu yüreğimde konuşturmadı beni. Sesini
dinletmek geliyor elimden sadece. İyiki sana zorla şarkı söylettirip kaydetmişim kasetlere
.Hangi şarkı mı? Ses kaydedicisi açık kalmış, sürekli gülmüşüz seninle… Başa sarı sarıp
dinliyorum bende fesleğenlerinle...Kekremsi hatıralarımın kaybolduğu fotoğraflarımıza
bakıyorum. Sonra sesin eşlik ediyor fotoğraflara...
Gözlerin… Gözlerin geliyor aklıma.O koca semanın diz çöküşü geliyor kahvenin en acı
tonlarındaki gözlerimin önüne.Gök yaşları dökülüyor yüreğime kirpiklerinden.Ve şimdi
eksiliyor rüzgar. Bu rüzgar bu göğe dar. Uyumak istiyorum rüzgar dinene kadar.
Sis’in