Yaşanmış gerçek anlatılara dayanır.
İnsan bazen bir kelimenin söylenişini miras alıyor. İki elin dizlerde dinlenişini. Fark etmediği mimikleri, telaşları, korkuları. Ebeveynlerin ve diğer aile sarmallarının davranışları fark etmeden miras kalıyor. Bu yazıyı annemi dinleyip yazdım. Onun yaşadıklarına saygıyla. Depremde kaybolan, ebeveynlerini kaybeden tüm çocuklara saygıyla. Çocuklarını kaybeden tüm ailelere saygıyla. Ailesi olduğu halde ailesizmiş gibi büyüyen tüm çocuklara saygıyla. Anlatacağım meseleyi geçen yıl öğrendim. Bir kişinin ebeveynlerini anlamadan kendini anlaması da, sağaltması da zor. On iki yaşımıza kadar bakım veren kişinin nefes alış biçimiyle soluyormuşuz, yüklerini sorunlarını taşıyoruz. Onların düşünsel ve siyasi yönelimlerini üstleniyoruz. Annemin birkaç ismi var. Pratik, esas ismi Gulcemal, bir de resmi nüfus kağıdı ismi Mülkibar. Bizlerden önceki nesil iki isimli. Bu asıl isimler ve resmi isimler dışında anneme verilen üçüncü isim: Fitnat. Beş yaşından sekiz yaşına kadar Çocuk Esirgeme Kurumunda bu isimle çağrılıyor. 1966 Varto depremi yöredeki birçok insan için bir kırılma noktası oluyor. Yatılı okullara gitmeler, yurtdışına işçi olarak gitmede öncelik tanınması. Kasaba ve köy ahalisinin dışa açılması böyle başlıyor. Dayımı enkazın altından evin köpeği kazıp ağzıyla çekerek çıkarmış. Depremden sonraki hafta içinde Çocuk Esirgeme Kurumu köyden on bir çocuğu topluyor kamyonetle götürüyor. Uygun gördükleri çocukları rastgele almışlar. Çocuklarının götürüldüğünü erken fark edip çevirenler Muş‘a gidip çocuklarını almış. Beş yaşında anadili (Zazaca) dışında başka dil bilmeyen bir kız çocuğunun ilk önce Muş'a, oradan Ankara'ya sonra İstanbul'a götürülmesi böyle başlıyor. Üç yıl boyunca nerde olduğu bilinmeyen kayıp bir kız çocuğu. Bu dönemde anneme Fitnat diyorlar. Nüfus cüzdanı yok. Çevresine güvenmek dışında bir seçeneği yok. Beş yaşındasınız, anlam dünyanızın tamamen dışına çıkıyorsunuz, güvendiğiniz rehber yanınızda değil. Bu bir çocukta nasıl bir ruh hali yaratır? Annesini, babasını, buna neden izin verdikleri hakkında sorgulamaz mı? Onların varlığını, verdikleri güveni, tanıdıklığı aramaz mı? Bırakın beş, on beş yaşındaki çocuğun evden koparılmasını da doğru bulmuyorum, niyet ne kadar iyi olursa olsun suistimal olmadıkça çocuk için en sağlıklı ortam ailesinin yanı. Bir insanın başına gelebilecek en kötü şey çocukken annesiz ve babasız kalmak. Kanımca çocuklar acıyı da ayrılığı da çok yoğun yaşıyor. Kişi bu ikisini de en yoğun çocuklukta yaşıyor. İnsan bütün acılara sadece çocukken dayanabiliyor. Sonra oyuna ve yaşama sevincine geri dönüyor fakat değişmiş olarak. Kendilerine has savunma mekanizmaları ile. Annem olumsuz şeyleri nadir hatırlayan biri. Belki de kimseye kin tutmaması buradan. İlk getirildiği yatakhanede başka bir kız çocuğu onu yatağından çengelli iğne ile kovunca orayı onların evi sanmış ve geceyi betonda uyuyarak geçirmiş, sonra iyi insanlara denk gelmiş olmalı, iyi bakıcılara, bilemiyorum. Yediği ilk makarnayı unutmuyor, çok sevmiş. İlk defa hususi bir yatağı olması onu mutlu etmeye yetmiş. Onu çok korkutan ve hiç unutmadığı şey vardıkları gibi saçlarının sıfıra vurulması. Trene binerken papucunu çıkaran çocuklardan. Yarı göçebe bir toplumun özelliklerinden biri yatakların döşeklerin her gün andala / yüklüğe kaldırılıp tekrardan serilmesi ve kimsenin hususi yatak yerinin ya da döşeğinin olmamasıdır. İlkin Ankara'ya götürmüşler. Sanatoryum semtindeki Çocuk Esirgeme Kurumu. Bir yıl kadar, sonra İstanbul Eyüp'te Çocuk Esirgeme Yurdu. Orda arada evlatlık almaya gelen ailelere temiz elbiseler giydirilip tanıştırılıyorlar. Karagöz ve Hacivat'ı izlediğini hatırlıyor. Dedem, annemin nerde olduğunu uzun süre bulamamış, ta ki Çocuk Esirgemede Vartolu bir çocuk elini merdaneye kaptırıncaya kadar. Çocuğun ailesini bir şekilde haberdar etmişler ve annemin de orda olduğu açığa çıkınca dedem İstanbul'a gitmiş. Anlattığına göre dedem annemi tanımamış, kendisi gidip dedemin bacağına sarıldığında dedem "Gulcemal, tiya?" deyinceye kadar. Annem de babam da yatılı okullarda okumuş, egemen kültüre ait olmayan çocuklar, etnisite ve inanç olarak yok sayılan bir azınlıktan geliyorlar. Rahmetli anneannem çocuğunun bulunması konusunda ısrarlı olmasa annem hiç bulunmayacak. Osmanlı'nın devşirmecilik politikasını, nüfus seyreltme ve asimilasyon politikası haline dönüştürerek sürdüren Türkiye Cumhuriyeti resmi ideolojisinin iyi bir niyeti olmadığı aşikar. Bunun yanı sıra bugüne nispeten çocuklara sahip çıktıkları ve korundukları da bir gerçek.
14 Mayıs 2023