Antakya'da bir köy evinde misafir olmak.
İçeri girmeden hayata dair birçok şeyi öğrenebilircesine seyre dalmak an'ı.
Kendi emeğinin karşılığını sermiş evin damına, güneşin ve güzel havanın kurutması için, bir sene boyunca yenecek, yedirilecek organik aş için.
Serilen emeğin hemen yanında dağılmış ayakkabılar. Sanki Van Gogh'a ilham verircesine.
Manzara ile samimiyet sanki iç içe.
Ve hoş geldin evimize.
Çay var, zeytinyağında zahter var, tandırda pişmiş köy ekmeği var, biraz da biberli ekmek.
Gel gel, hadi otur yere. Kap kendine bir sedir de hasbihal edelim.
Siyaset, din, futbol aklımıza bile gelmesin.
İnsan nedir? Dünya nedir? Anlam nedir? Hakikat nedir? Dertlerimiz bu olsun...
İnsanın varoluş soru(n)ları üzerine felsefe yapalım, kendi jargonlarımızla.
Tekâmül etmenin inceliklerinden bahsederken kendimizi demlenen çaya, katıksız zeytinyağına, mis kokulu dağ zahterine; yanmış, pişmiş, olmuş bir ekmeğe benzetelim.
Antakya olalım mesela, hep birlikte tüm varoluşu hoşgörü ile sevelim, sevilelim.