Marleen Gorris’in yazıp yönettiği Antonia’nın Yazgısı (Antonia’s Line, 1995), Yabancı Dalda En İyi Oscar dahil birçok ödül kazanan ve döneminde uzun süre konuşulmuş olup; içinde konuşulmaya, düşünülmeye devam edecek birçok konuyu barındıran ve bu yüzden güncelliğini koruyan Hollanda yapımı bir film.


Antonia (Willeke Van Ammelrooy), hikâyenin başkarakteri ve daha çok kahramanı. Yarattığı ütopyanın öncülüğünü üstlenen, kanıksanan her şeyin dışına çıkıp olayların seyrini değiştiren, kadın olmanın ne demek olduğunu bize gösteren ve anlatan bir karakter.


Her şey bir sabah vakti, o günün Antonia’nın hayatının son günü olacağını dış ses aracılığıyla duyduğumuz bir sahneyle başlıyor. Hayatının son gününe uyanan Antonia, ölüme hazır olduğuna karar verip yatağından çıkıyor.


Hemen sonraki sahne Antonia’nın orta yaşlı haline geçiş yapıyor. Annesinin ölümüyle yirmi yıl önce terk ettiği köyüne, kızı Danielle (Els Dottermans) ile birlikte dönen Antonia, dört nesle yayılacak hikâyesinin başlama noktası olan bu köyde, hiçbir şeyin değişmediğini, her şeyin yerinde sayar vaziyette olduğunu görüyor. Köylüler tarafından hoş karşılanmayan Antonia, yeni hayatından oldukça emin bir şekilde tepkilere aldırış etmeden çiftlik evinde kızına ve kendisine daha sonra büyüyecek olan bir yaşam inşa ediyor.



"Kadınların İzinde"


Antonia’nın dönmesine sevinen, köyün filozofu Eğri Parmak, dolunayda uluyan Çılgın Madonna ve Rus Olga da diğerleri gibi bu masalsı hikâyenin yapı taşını oluşturuyorlar. Gittikçe büyüyen sofraları paylaşacakları, köyün ötekisi olan ve dışlananları kabul edecekleri, aynı zamanda yeni doğacak bebeklere hep beraber yuva olacakları günlerle Antonia ve ailesi çiftlik evinde anaerkil bir düzen oluşturuyorlar.


Köyün ikiyüzlü yapısı ve yozlaşan dini kurumlarının içinde Antonia’nın oluşturduğu bu yeni düzen herkesin kendi doğruları içinde yaşadığı; anne olma isteyenin dilediğince doğurduğu, cinsel tercihlerin özgürce yaşandığı, düşünmenin sınırsız, sanatın ve bilimin her yerde olup, inancın kişisel olduğu ve tüm bunların ütopik olduğu kadar gerçek olabilecek bir yaşam şekli olması bakımından Antonia’nın torunundan çocuğuna kadar uzanan bu sıra dışı ailesi sevgi bağıyla kuruluyor.


Antonia’nın Yazgısı, bir olabilmek için aynı gökyüzü altında olabilmenin yeterli olduğunu gösteren masalsı hikâyesiyle aile bağlarının toplumsal normlar adı altında tesadüfen ve mecburi bir şekilde oluşmasına cevap verir vaziyette.

Sonsuza doğru uzanacak bu hikâye feminizmin gücünü açığa çıkarırken, ölmeyi de yaşamak kadar anlamlı kılıyor.