Cennet ve cehennemden bahsederek başlayacağım sözlerime, kimisine göre bir ödül-ceza sistemi kimisine göre ise Tanrı'nın yaşam denkleminin bir sonucu. Dillerimize pelesenk olmuş bu iki sözcüğü genelde zıtlıkla kullanıyoruz. Edebiyatta, şarkı sözlerinde, atalarımızın öğütlerinde sıkça karşılaşıyoruz bu ifadelerle fark ettiyseniz. Ama dikkatimi çekti de bu kelimeleri hep basmakalıp ifadelerle, mutlaklığı işaret ederek kullanıyoruz. Cennet ya da cehennem diyoruz mesela, veyahut cenneti mutlak iyiye cehennemi mutlak kötüye yakıştırırken niyetle doğan arafı es geçiyoruz hepimiz. Hayatta siyahla beyaz kadar keskin noktalar var sanıyoruz. Oysaki siyah ve beyaz renkler çok azdır. Çoğu şey hep grinin tonu... İnsanlığın asıl meselesi de bu bence. Her zaman beyazı arayıp siyahtan kaçıyoruz. Mükemmele yani beyaza ulaşamadıkça da gride takılı kalıyoruz. Bana göre siyah ve beyaz birer ideadır. Belki de bu yüzden bu kadar rahat konuşabiliyoruz onlardan, zaten gerçek ve mümkün değiller diye. Asıl gerçek ise arafta olmaktır. Asıl mevzu da grinin hangi tonunda durduğumuz. Çünkü siyah ve beyaz ulaşılması mümkün olmayan iki nokta. Gri yani araf ise ayrılmasına imkan olmayan bir aralıktır.


Kimse kötü değil aslında, siyahsa eğer kötülük. Ve kimse de iyi değil beyaza bağlıysa iyilik. Arafta kalmaktır insan olmanın gereği. Hiçbir şey öyle keskin çizgilerle ayırt edilebilir değil yani. Doğruya yaklaşmak için hep üstüne düşünmek hatta kafa patlatmak gerek. Kanımca insanlığın en zor sınavı da bu: Arafla sınanıyor olmak. Bize bahşedilen akıl ve yorum yeteneği, kullanılmayan tozlu kitaplığın raflarında süs olarak durmasın diye...


Saf beyaz bir, saf siyah bir tondur. Ama gri tonlarca ton barındırır içinde. Sahi sevgili okur, acaba senin grin hangi ton?