Sevdiceğim,

Bu mektup da dönüp dolaşıp bana gelirse, bir daha asla yazmayacağım. Bu sabah senin mektubunu alma umuduyla postacıyı beklerken, sana ulaşılamayan kendi mektubum geldi. Yazdığım her mektup, sana ulaşmanın bir yolu oldu. Umudum oldu. Bu mektuplar hislerimin malını mülkünü toplayıp sana kaçması demek. Hepsi de öyle uzun öyle çok şey yazıyor ki tek söylemek istediğim şey seni sevdiğim…

Seni çok özledim. Bu sabah çığlıklarımı bastırırken, gelen mektubu alıp yırtmaya kalktım. Mektubun ne suçu var ki? Mührü tozlanmış, açmaya kıyamadım. İçine ne yazdım hatırlamıyorum açıkçası. Sadece hatırladığım tek şey şu: Gidişinin yıl dönümü olduğundan biraz ağrılı serzenişlerim olmuştu. İyiden iyiye gidişini kabullendiğim için –buna kesinlikle alışkın değilim- mektubun seni üzebileceğini de idrak ederek geri gelmesine birazcık sevindim.

Günlerim dışarıda esen rüzgâr gibi yalın geçiyor. Kış, her yıl olduğu gibi sert geçiyor. Ne yapraklara acıyor ne kuşlara ne de evsizlere… Bir ara bize acır gibi oluyor, gökyüzünü pembe rengine boyuyor. Görünüşü ılık olan karları tane tane, özene bezene üzerimize salıyor. Fakat aradan bir iki saat geçtiğinde öyle bir ayaza buluyor ki ortalığı… Karın o kusursuz güzelliği yürek yakıyor. Çarçabuk baharı gözler oldum. Beni bu kıştan kurtaran bahar gibi gelesin diye umuyorum.

Annem çeyizim hakkında pek hevesli. Beni de heveslendirmek için seninle kuracağımız yuvadan bahsediyor, benim için mutlu bir Rönesans tablosu çiziyor. Ah, bir bilse canımı ne kadar yaktığını! Bir bilse! Ama O’na söyleyemem ki adının her yüreğimde yankılandığında canımın acıdığını.

Senin annen de bize uğramayı eksik etmiyor. Annem ve ben O’nun ziyaretlerine yetişemiyoruz bazen. Bana öyle geliyor ki senin özlemini paylaşmak annene iyi geliyor. Kahve ya da çay eşliğinde oturup annen içini dökene kadar konuşuyoruz. Bu bana da merhem oluyor. Kibar tavırlarını hep annenden aldığını düşünmüşümdür. Seninle sohbet eder gibi hissettiriyor bana. Aynı zamanda O’nun beni kabul ettiği düşüncesi bile tuhaf bir haz veriyor bana. Bunu senden saklamama gerek görüyorum. Seni seven iki kadının bir arada olası seni mutlu eder umarım.

Ablam yine gebe kaldı. “Bu sefer son,” diye eve girdi ve doktora gitmek için çocukları bana bıraktı. Annem de bu halinden memnun elbette. Ablam ise “Söz senin çocuklarına da ben gözüm bakacağım” deyip beni kandırıyor. Hani gelecekten pek beklentim ve planım yok bu konuda ama yine de beni düşlere sürüklüyorlar. Korkmana lüzum görüyorum. Tedirgin hallerini görür gibiyim. Her şeyin yeri ve zamanı var, değil mi?


Geçen gün şehir mecmuasında şu başlığı gördüm: Şehrin doğasını keşfedin! Biraz abartılı bir başlık olabilir. Ancak senin sevdiğin çoğu şeyi barındırıyor. Balık tutabileceğin bir göl, gezi ve bolca doğa… Ekim ayına ait bir fotoğraf da eklemişlerdi. En sevdiğin mevsimin güz olduğunu bildiğimden gitsek nasıl olurdu diye hayal ettim. Düğünümüzün arkası güz olursa bence balayı için uygun bir yer olabilir. Kulağıma hoş bir tını gibi geliyor bu düşünce. Sanma ki oturmuşum, işim gücüm tozpembe hayaller kurmak. Hayır! Bilmem anımsar mısın? Gitmeden önce “Bana turuncu yapraklar düşerken düğünümüz olsa!” demiştin. Gözlerinin pırıltısı gözümün önünden gitmiyor. Beni anılarla hayallere boğan hep sensin.


Yavrucağım,

Gözlerine baktığım günler ne zaman gelecek? Rüyalarımda hep tanıştığımız, o ilk konuştuğumuz anı görüyorum. O “an” öyle uzun geliyor ki bana! Uyanmamak için direniyorum. Karlar altında uyumak isteyen ama uyursa ölecek olan maceraperestler gibiyim. Yine sabah oluyor, güneş az da olsa kendini hissettiriyor. Gün belki beni sana beni sana ulaştırmak için bir adım daha atıyor ama o rüyanın tadını daha fazla çıkarmak istiyorum.

Kimse sana olan özlemimi göremiyor. Biliyorlar ama endişelerimi, bekleyişin verdiği sancıyı anlamıyorlar işte. Senden rahatça bahsetmeleri canımı sıkıyor. Sen gideli on üç ay oldu ve sabrımın sonuna gelmiş durumdayım. Başkası bunu nereden anlasın ki? Yemek yerken, bir işe tutulmuşken, yolda yürürken aklıma konmuş bir korkuluk gibi oradasın. Hem senin adını duymaktan kaçıyor hem de senin varlığına ihtiyaç duyuyorum.

 Sana kaçıncı mektubumda yazdım bilmiyorum ama Eylül ayının sonunda Manolya’yı kaybettim. Bir arabanın altında ezilmiş halde babam görmüş. Sağ olsun aracın sahibi veterinere götürmeyi teklif etmiş. Babam geç olduğunu fark edince adamı sessizce göndermiş. Ben eve gelmeden de gömmüşler annemle. Öğrendiğimde bir müddet şaşırdım. Afalladım. Gece uyuyamadım. Çünkü akşamları Manolya ile beraber ufak bir muhabbet etmek en büyük neşemdi. Gün boyu gezip bana gelip kucağımda dinlenmesi beni de ferahlatıyordu. Sabah beni kahvaltı için uyandırmasını özlüyorum. Hafif bir hüzün ile yaşıyorum. Uzun zamandır benimleydi. Alışmam gereken yeni bir hayat tecrübesi edindim. Anılarda oynayan, küsen, kavga eden, hararetle yemek yiyen Manolya’yı kedere tercih ediyorum. İyiyim. Başka Manolyalara yardım etmek bana yardımcı oluyor.

Tabii insanların “şu kedinin arkasına mı ağladın” diye hayıflanmasına şaşırmazsın değil mi? Senin arkandan ne kadar üzüldüğümü görüp alaya almalarına da… Herhangi birini görmeyi ısrarla ve –anneme göre- edepsizce reddediyorum. İçimdeki canı başkalarının sözleriyle acıtamam.

Bahçemde ağaçlar çiçek açar, gönlümde neşe alev alır, yine zor günlerin geçip gittiğini görürüz. O baharda en çok açmasını istediğim çiçek sensin sevgilim.

Biliyorsun, dikiş kursuna gidiyorum. “Zamanı doğru değerlendirmek lazım,” dediğinde aklıma tek gelen şeydi. Yokluğunu atlatmak için insanlarla bir araya gelmek, uğraş bulmak gerekir, diye düşündüm. Sonrasında ise “Sevdiğim işi yapmalıyım, hayatım o kadar değersiz değil,” dedim. Katılıyor musun buna? Madem kıyafetlerden, modellerden iyi anlıyor ve seviyorum, daha da iyi olmalıyım dedim kendime. İşte kursa yeni elbise dikimi için heyecanla gittiğimde yeni bir kız kursa katılmıştı. Benden genç, oldukça da toy bir kız. Hocam, O’na yardımcı olmamı istedi. Öğrenmenin en etkili yöntemlerinden birinin öğretmek olduğunu söyledi. Ama ne var ki bir anlık heves için gelen bu kızın sadece çenesi çalışıyor. Bir şey yapmasını söylesem ya yarıda bırakıyor ya da başka bir modeli hayal edip olmadık şeyler anlatıyor. Bu kızla çalışmak yorucu olsa da geldiğinden beri kursa neşe kattığını söylememek olmaz. Hocamız da O’nun varlığından oldukça memnun. Gel gör ki çenesi çok düşük. Herkesin dedikodusundan tut, sokakta gördüğü her ayrıntıya kadar anlatma isteği ile geliyor kursa. Ne kadar iyi niyetli ve saf olduğunu anlatamam. Ama diğer kursiyerler bundan oldukça rahatsız olmuşlar. Başka odaya geçmek isteyen bile oldu. Bense sadece dikiş hakkında konuşuyordum. Misal bu küçük kız seni sorduğunda –nişanlı olduğumu biliyor- lafı geçiştirdim. O da unutuverdi zaten. Diğerlerinin dedikodu dinlemek istememesini anlarım ama kıza bir ahlaksız gibi davranmaları hoş değildi. Böyle insanlar içten içe şirret dolu oluyorlar. Bu nedenle hocam ve ben kız ile çenesini tutmasını istemek zorunda kaldık. Kız herkesten özür diledi ve sustu! “Beni her yerde bunun için dışlıyorlar, sanırım kimse ile bir daha konuşmayacağım bu gidişle” dedi. Herkes utandı.

Bütün bunları neden anlattığımı şimdi anlayacaksın: kız Halime ile hısım gelirmiş. Bir gün gelirken gül böreği getirdi. “Halime abam yapmış” dedi. Heyecanlıydı. Odada ikimiz kaldığımızdan farkında olmadan ağzını kapattı. Gülüverdim. “Bu da dedikodu sayılmaz ki” dedim. Bana candan bir gülümseme ile cevap verdi. Halime abasını çok severmiş. Sonra Halime’yi roman özetler gibi anlatmaya başladı. Yapmasını istemediğim şeyi yapıyordu ve ben durduramıyordum. Çok merak etmiştim. Şimdi olduğu gibi o zaman da yanaklarım kızardı. Halime’nin sevdiği adama ilan-ı aşk etmesi ve adamın kabul etmemesini tam bir talihsizlik sayıyordu. Halime öylesine âşıkken adamın sözlenmesine çok kızıyordu. Adamın sen, sözlendiği kişinin ben olduğumu bilmiyordu elbette. Daha önce olaya hiç Halime’nin bakış açısıyla bakmamıştım. Daha da kızarıyorum. Sen ve ben uzun zamandır birlikteyiz ve bunu biz sözlenene kadar çok az kişi biliyordu. Kimsede kabahat aramamak gerekiyor. Halime’den hiçbir zaman hoşlanmadım. Nefret değil, sadece hoşlanmadım. Küçük kız tam susmuştu ki, ben farkında olmadan “Şimdilerde nasıl peki?” dedim. Kız gülümsedi. Ailesi Halime’yi uygun gördüğü biriyle tanıştırmış. Şu an evlilermiş. Halime’yi gören mutluluğuna imrenirmiş. Yüzü gülüyor, eskisi gibi gölgede kalmıyormuş. Girişken, konuşkan biri oluvermiş. Kocasının da etkisi olduğunu söylüyor küçük kız. Açıkçası çok mutlu oldum. Bunu kıza da söyledim. Sanki Halime’ye söyler gibi…

Benim saf öğrencim, bunu Halime’ye açmakta gecikmemiş. Halime elbet durumu anlamış. Bana gül işlemeli bir mendille birlikte güzel bir temenni göndermiş. “Sevdiğine kavuşmanı canı gönülden dilerim.” Gözlerim doldu. Sanki sana kavuşmuş gibi içim açıldı.

Daha yazacak çok şey var. Yaşam elbet devam ediyor. Ama şu odaya girip yalnız kaldığımda senden başka meşgalem kalmıyor. Mektuba bir öpücük bir de sana ulaşması için dileklerimi gönderiyorum.

Seni seven…