Hava kararmaya başlamıştı. Ben ise rüzgarda savrulan bir yaprak gibiydim, gidecek kalıcı bir yerim yoktu. Üzerimde yün hırkam, paltomu bir iki gün önce birkaç meteliğe tanımadığım birine satmıştım. Tanımadığım birine demişken aklıma tanıdıklarım geldi. Şu gerçek dost geçinen ikiyüzlüler. Gözlerim yaşarmıştı; soğuk havadan mı, yoksa gerçek dostlar aklıma geldiğinden mi, emin değilim. Sahil kenarına kadar yürümüştüm, oradan bir bank bulup oturdum. Hırkamın cebinden sigaramı çıkarıp yaktım. Uzun bir nefes çektim denize karşı. Rüzgar oldukça sertti, hırkamın önünü sıkı sıkı kapattım. Son dönemde hiçbir şey yolunda gitmiyor, diye düşündüm. Yazdığım şiirler beğenilmiyor ve basılmıyordu. Artık şiir yazıyordum. On yıl önce yazdığım bir yazı için tam dokuz yıl altı ay hapis yatmıştım. İçimden bu derece iyi konuşmayı da o yıllarda kaldığım tek kişilik hücremde öğrendim. Dokuz yıl altı ayda her şey çok değişmişti, hiçbir şey bıraktığım gibi değildi. Evim yıkılmış ve yerine hastane yapılmış, sevdiğim kadın evlenmiş, birçok arkadaşım yaşlanmıştı, hatta tuttuğum takım bile küme düşmüştü. Beni bunlar fazla üzmemişti fakat içine düştüğüm bu hedefsizlik ve yalnızlık canımı yakıyor, uykularımı kaçıyordu. Hapisten çıkalı altı ay kadar olmuştu, ben ise kaldığım pansiyonun sahibi dışında kimseyle konuşmamıştım. Konuştuğum dediğim de birkaç sıradan cümleydi işte. Biriyle uzun uzun konuşmayı özlemiştim. Bu yüzden ben de içimden uzun uzun konuşurdum. İçimde birkaç kişi vardı ve hepsi de birbirine muhalifti, o yüzden son kararı ben alıyordum her konuda. O sıra önümden bir adam geçti. Kolunun altına koyduğu gazeteyi düşürdü. Fakat arkasına bile bakmadan oradan uzaklaştı. Adam iyice uzaklaşınca eğilip gazeteyi aldım. Uzun zaman olmuştu gazete okumayalı. Gazetenin ön sayfasındaki haber dikkatimi çekti. Haberde ilkokul arkadaşım olan avukat Cemal’in evinin önünde yaylım ateşine tutulduğunu ve bunun sonucunda öldüğü yazıyordu. İkinci kez gözlerim yaşarıyordu. İlkinde ikiyüzlü arkadaşlarım içindi ve bu arkadaşlarımın içinde Cemal de vardı. O an kendimden utandım, ben bunları düşünürken Cemal o soğuk, iğrenç morgdaydı. Kafamı sağa sola salladım, o sırada gözümden iki damla yaş süzüldü; biri gazetenin üstüne düştü, diğeri uzamış sakallarımın arasında kayboldu. Haberin devamında karısının röportajı vardı, uzun süredir tehdit edildiklerini yazıyordu. O an içimdekilerden biri devlet nasıl olur da böyle bir şeye göz yumar, dedi. Diğeri de aynı şeyi söylüyordu ve diğeri de. İlk defa hepsi hemfikir olmuştu. Bu durum karşısında bir şey yapmalıydım; Cemal sahipsiz değil, diye bağırdım. Ama ne yapabilirdim ki o sırada içimdekilerden biri yazı yaz, dedi. Diğerleri bir şey söylemedi, içimde kıyamet sessizliği vardı. Avuçlarım arasındaki gazeteye tekrar baktım. Cemal’in cansız bedeninin fotoğrafı vardı. İçimden bir şeyler kopmuş gibi canım acıdı. O an yazıyı yazmalıyım, dedim. Sonunda ölüm ve mapus olsa bile yazmalıyım, dedim. İçimdekiler ikinci kez hemfikir oldular. Banktan kalkıp pansiyona doğru yürüme başladım, aklıma hala yalnız bir adam olduğum geldi. Fakat artık işe yarayacaktım, dikkat çekecek ve kamuoyu yaratacaktım. Belki de Cemal’in katilleri bulunacaktı bu şekilde. İşte o an, ölüm de mapus da gözüme kolay gözüktü.