Dün bir kafede otururken yine kendimi sorguladığım bir an yaşadım.

Kafeye gittim ve Engin Geçtan'ın İnsan Olmak isimli kitabını okumaya başladım.

Belki de saatlerce okudum o kitabı. Yarısına kadar geldim.

Kendimi ve çevremdeki insanları sorguladım her satırında kitabın.


Biraz yalnız kalmak için gitmiştim o kafeye,

her ne kadar düşüncelerimden kurtulamasam da.

Onlara vakit ayırdım ve yazdım defterime,

sayfalarca belki de.


Yazarken, neden yazdığımı merak ettim.

Neden bir blog açtım mesela?

Neden yazıyorum defterime ?

Birinin beni anlamasını ümit etmek için mi,

yoksa ben kendimi derinliklerde anlamak için mi?

Birinin beni bulmasını istediğim için mi,

yoksa ben kendimi bulmak için mi?

Bunun üzerine bir süre düşüneceğim sanırım.


Ben fazla mı romantize ediyorum bilmiyorum ama her şey o kadar büyülü geliyor ki bana.

Etrafta gördüğüm en küçük yaşantının izi bile

beni uzun bir süre etkisi altına alıyor..

Metronun yaklaşan sesini duyunca sarılıp vedalaşan insanlar,

etrafa dalgın gözlerle bakan,

hiçbir ifade olmayan ama çok şey anlatan bir yüzün etrafında süzülen saçlar...

Hepsinin ayrı bir derdi, amacı ve hayata dair inançları var,

kimisinin de yok belki.

Kaç kişi oturdu bu koltuğa?

Nasıl hayatlar dokundu buraya?


Her şey o kadar etkiliyor ki beni.

Sanki elim kolum bağlı,

yapabileceğim hiçbir şey yok.

Tutsak olmuş gibiyim bu hislerin esiri.

Bir yandan seviyorum da ama...


Öyle çok şeyi uç bir noktada hissediyorum ki,

sanki tüketiyor beni.

Boş boş bakıyorum penceremden,

saatlerce belki.

Hiçbir şeye hâlim, mecalim kalmıyor.