Günlerin birbirini kovalayan parktaki çocukları andırdığı bugünlerde huzurumuz ve anlayışımız azalmaya başladı ve umursamaz olduk. Dünyayı kendi gözlerinden ibaret sanan ve bakmaklardan söz açan amalar ile söylenmiş tek doğruyu uğultular arasından kulağına ilişen duymaklarda bulan sağırlar arasında kendimizi aramaya ve bulmaya koyulmamız elbette zor bir uğraş gibi görünüyor. Çünkü kimilerince akıntıya karşı kürek çekmek olarak da adlandırılabilecek bu çaba, gülünç olarak karşılanabilir. Acaba gülünç olan akıntı içerisinde olmasına rağmen tavrını ve duruşunu korumak için bıkmadan, usanmadan kürek çekme cesareti gösterenlerin durumu mudur yahut kendilerini akıntıya kaptırıp varacağı yerden bihaber olan ve "su çok güzel, neden orada duruyorsun" diyenlerin hali mi?
Akıntı gözümüzü, kulağımızı, sözümüzü ve ulağımızı etkilemekten bir an olsun vazgeçmeyecektir elbette. Ama bu durum benlik ve kimlik arayışımıza, mücadelemize sekte mi vuracak?
Şair ne diyor:
Körüm, o halde karanlık niye benden kaçıyor?
Sağırım, nasıl oluyor da uğultum uzaktan beni çağırmaktadır?
Görmek ve işitmek ancak insanın çabası ve teveccühü ile olacak şeylerdir. Nitekim bakmak gözün refleksi, duymak ise kulağın refleksidir. Derinlerde olan kürek çekilmesi sonucu duygun sularda kimi zaman yalnız kalınmasına da sebep olan görmek ve işitmek ancak kararlılık ve arzu ile olur. O halde neden hala görmüyorsun beni?