Aşk... Bakmayın üç harfli bir kelime olduğuna, neticede insanlık en can yakıcı şeyleri bile birkaç harflik sözcüklere sıkıştırmayı başardı. Mesela savaş... Belki beş harfli ama zafer ve yenilgi, kahramanlık ve korkaklık, doğru ve yanlış, neşe ve keder en nihayetinde bu beş harfin içinde yer alıyor. Hım, sanki çok uyumlu bir ikili sundum sizlere; aşk ve savaş...


Ben aşkın her daim iki taraf arasında yapılan bir savaş olduğunu düşünürüm. O kadar tatlı ve o kadar çetin bir savaş ki bu, çift olan kişilerin ikisinin de ya kazanması ya kaybetmesi gerekiyor. Evet, ikisi de ya kazanmalı ya da kaybetmeli. Eğer biri kazanmış, biri mağlup olarak o savaştan ayrılmışsa bilin ki o aşk hiç yaşanmamıştır. Peki aşk neden bir savaş?


Aşk en güçlü duygulardandır. (Benim gözümde sevgi ve nefret daha güçlü.) Bu duyguyu çok yoğun bir şekilde hissederiz. Çünkü kadınımız/erkeğimiz bu duyguyu her ne yaptıysa bir şekilde kendisine çekmeyi başarmıştır. Onu düşünürken mutlu buluruz kendimizi. Ne yaptığını, ne düşündüğünü, ne yaşadığını sürekli olarak merak ederiz. Atmosferin cazibesi bizi bizden alır. 


Her şey bu denli tatlı, güzel giderken aslında o kadar tehlikeli bir şey yaparız ki bunun farkında bile olmayız. Karşı tarafın eline içi dolu bir altıpatlar veririz. Fark etsek bile altıpatların asla bize doğrultulmayacağını düşünürüz. E, aşığın gözü kör. Önemsemeyiz bunu ''bak, hâlâ daha o silahı kullanmadı'' diye düşünürüz ve işte tam burada savunmasız yakalanırız, karşı taraf istemese bile o altıpatlar kendiliğinden hedefe harika bir şekilde nişan alır ve en zayıf yerini bir şekilde bulup parçalar. Savaş tam olarak burada başlar, vurulan kişi kesin olarak kaybetti. Peki ya altıpatları elinde olan kişi? İstesin veya istemesin, o silah onun elindeydi. Sevdiğini iyileştirmek için parçalanmış yerini onarmak zorunda ve bu da ancak kendisinden bir şeyler vererek olur. İki taraf da bir şeylerini kaybetti, iki taraf da birbirine mağlup oldu. Ama en nihayetinde bir zafer elde edildi. Hem de çok tatlı bir zafer, ne kadar şanslılar! 


İşin kötü yanı (ayrıca iyi yanı) bu savaşlar sadece tek bir kişi ile sürekli olarak kaybedilir ve kazanılır. Evet, tek bir kişi sadece tüm bunların üstesinden gelebilecek, siz düştüğünüzde ayağa kaldırabilecek kadar güçlü. Tüm olay bu aslında.


Dizi, film ve kitaplarda hepimizin çok beğendiği çiftler vardır. Jack ve Rose (Titanic), Ross ve Rachel (Friends), Tony ve Pepper (Iron Man), Peter ve MJ (Spider Man), Marshall ve Lilly (How I Met Your Mother)... Ne kadar da tutkulu; aşk, sevgi ve güven dolu çiftler... Hepimiz bunu istemiyor muyuz zaten, onlar da böyle değil mi?


Her ilişkiye başlarken aklımıza bu soru gelir: ''O kişi mi?'' Maalesef çoğu zaman yanılırız, ne yazık... Neyse ki deneme-yanılma yöntemi de bir öğrenme şekli. Ancak en nihayetinde ''o kişi'' (sizin için ne anlam ifade ediyorsa) sizi bulmuş olacak. Siz kendi yolunuzda yürümeye devam ederken onun da yolu sizinle kesişecek. Baksanıza, ayıla bayıla izlediğimiz çiftlerin hepsinin hikâyesi böyle başlamadı mı?


Emin olun, diğerlerinin hepsi eninde sonunda çekip gidecek, sadece o sizin için mücadele etmeye devam eder. Sizlere bağımlı olun demiyorum elbette, yanlış anlamayın. Dobra, karizmatik, çekici, alfa, vazgeçebilen, sabırlı, kaybetmekten korkmayan, ne olursa olsun kendi yolunda yürüyen olun, olmanız gereken kişi bu. 


Umarım her birimiz bitmek bilmeyen mağlubiyetler sonucu büyük bir zafer elde ederiz.


"You meet thousands of people and none of them really touch you. And then you meet one person and your life is changed forever."

Jamie Reidy, Love & Other Drugs