Aynı duvara yansıyan silüetlerin,
Farklı kaderi paylaşan gölgeleri;
Neden burada olduğumuzu sorgulayan,
İsyankar gövdeleri!
Sizin tek ortak noktanız,
Acının her rengiyle boyanmış olmanız.
Neden hala birbirinizden kaçarsınız?
Neden birbirinizi yalnız bırakırsınız?
Yeterince sıkıntılı olan şu dünyada,
En çok birbirinize muhtaçsınız.
Ben nereden mi biliyorum bunları?
Ben de sizden biriyim.
Hatta sizin kadar inatçı, pislik bir keşişim.
-Ee, ne fayda sağlayacak bu bize?
Lütfen böyle söylemeyin.
Ben ki bir zavallı olarak sizden yardım isterim.
Benim derdim şu: Kayboldum.
-Nerede?
Sanırım kendi içimde...
Belki de derinlerimde kendimi öldürdüm.
Ama yine de sormak istedim size:
Kendimi nerede bulurum?
Ne var niye kaçıyorsunuz benden? Durun!
-Kusura bakma ama bu senin kusurun.
Meleğin kanatlarını açmış sana uçuyor,
Birazdan gelecek sonun.
Ne demek istiyorsunuz?!
Ne sonu hani nerede bana da gösterin!
-İşte evlat o bile senin içinde.
Şimdi çekil önümüzden de,
Kendi sonuna bizi de götürme.
...o an belki de,
Hiç gerçekleşmeyecek bir şey oldu.
Adam içindeki cevheri bulup çıkarıverdi:
Ölüm... İşte içimizdeki cevap bu...
Bu kadar kolay mıydı cevap?
Keşişler ona korkuyla bakıyorlardı.
O ise çoktan askerler arasında,
Son yolculuğuna uğurlanmıştı.
Ve belki de herkesçe bilinmesi gereken bu cevher;
O an dile gelip o an yok oldu.
ayendetyz
2022-11-30T11:12:42+03:00Merhabalar, teşekkür ederim.
Yanlış anlamadıysam eğer bu bir sıkıntı değil, en azından umum açıdan bakıldığında. Çünkü zaten insan fıtratı sosyal olarak konulmuş; bu, insan sosyal bir varlıktır demek oluyor. İsmet Özel şey der mesela: evine dön, kalbine dön, şarkıya dön. Bunlardan herhangi birine/hepsine dönülecekse eğer, insan buna maruz kalmışsa büyük bir ihtimalle ne evindedir, ne şarkısında ne de kalbinde. Tabi ki de bu subjektivite açısından böyle olabilir ve belki genellemek de hatalıdır ama insanda bulunan kalb en azından insanın dönmekte olduğunu ifade eden bir kavram olarak çıkar önümüze.
Bu nokta da bilge kişi zaten sadece kalbinde, evinde ve şarkısında olan kişidir gibi duruyor, çünkü Mahatma Ghandi en azından bunun en ideal temsilcisi ve en yakınımızda görebileceğimiz bir noktadaydı. Tabi ki bir Ghandi olmak için; hukuk eğitimi, acılar ya da brahman'a ulaşmak kolay değildir. Ancak kayıp olan ruhlar ve bunlardaki bilgeliğin tezahürü noktasında, bazen elbette bir Sokrat gibi sokratik düşünce yaptıran birileri olmak zorunda. Ama buranın şu açısı da var ki: Oğuz Atay'ın tehlikeli oyunlarında dediği gibi bir kapı arkasında saklanılsa dahi, o kişi onu bulacaktır. Tabi onlar birbirini bulacaklarsa. Bu noktada Siddhartha sanırım fikir düzlemimde kopya çektiğim ve hatta bazı yerlerde intihal yaptığım bir eser olarak duruyor.
Aslında belki tamamen mistik gibi görünüyor gibi durabilirim ama şuna kaniyim ki: su zamanla taşı bile delebilecek bir kuvvet olarak önümüzde durmakta. Oysa biri çok naif, buna karşın diğeri bir o kadar katı. Burası ayrı bir yan ama o noktada ki zaman bir tarafta. Bu noktada her şey zamanla çürüyebilecegi gibi (hüseyingil'in dediği), her şey de zamanla açar çiçeğini bunu da tabiat zaten der gözümüze baka baka. Bu nokta da kaybolan ruh hangisiydi, Shakespeare mi, Van Gogh mu, Rascolnikov mu ya da ibn tufeyl'in hayy'ı mı. Bir de olaya belki yin Yang açısından bakmak daha manidar kaybolunmazsa, bulunamaz. Kaybolunmayani aramaya ne hacet ki?
- Belki, belki de değil.
Hanne Nur Gökcan
2022-11-29T21:40:23+03:00@ayendetyz selam, kesinlikle katılıyorum. Fakat yine de burada asıl anlatılmak istenen genel olarak acı çeken ve hassasiyetleri nedeniyle daha duyarlı ve bilge olan insanların kendilerini yalnızlığa iterek çok daha başarılı olabilecekleri bir noktadan kendilerini ister istemez çekmelerinden kaynaklanan sıkıntı. Oysa o Bilge kişi kendini yalnızlığa itmese diğer kayıp ruhlar ve hassas bilge insanlar da gün yüzüne çıkabilecekler.
ayendetyz
2022-11-29T13:01:29+03:00"Sizin tek ortak noktanız,
Acının her rengiyle boyanmış olmanız.
Neden hala birbirinizden kaçarsınız?
Neden birbirinizi yalnız bırakırsınız?
Yeterince sıkıntılı olan şu dünyada,
En çok birbirinize muhtaçsınız."
Bu muhtaçlık meselesi Aristo'da da var, Farâbî'de de ve daha birçok düşünürün dizeleri ya da imgelerinde. Bu bir hakikatı olarak insanın, hiç bir surette kendini o hakikat mahsur etmemesi ya da etmemeye çalışması garip cidden. Oysa olması gerekeni söyleyen hiç kimse bu olması gerekenle yetinmeyip daha ideali arama çabasına yelteniyor. (Buranın neticesinde aslında şuna ulaşmak istiyorum, belki de kaybolan benliğimiz yahut benimiz sadece kendimizde değildir.) Buna aslında Aristo-Farâbî-Nietsche ve bu sonun sonundan günümüze uzanan bir imgelem olarak önümüzde duruyor. Yani ilkinde ben bendeydim; ikincisinde ben çevremdekiyleydim; üçüncüsünde ise, ben çevremdekiyle ve benden öncekiyleyim olması gerekirken olmadı; şöyle oldu çevremdeki benimle.. yoksa güç istenci daha nasıl anlaşılır. Yani ben salt benle değil, çevre-kalıtımımla kaybolurken ben de, çevre, kalıtım ve bende bulmam gerekiyor sanırım yine kendimi.
-mi acaba?