Aynı duvara yansıyan silüetlerin,

Farklı kaderi paylaşan gölgeleri;

Neden burada olduğumuzu sorgulayan,

İsyankar gövdeleri!


Sizin tek ortak noktanız,

Acının her rengiyle boyanmış olmanız.

Neden hala birbirinizden kaçarsınız?

Neden birbirinizi yalnız bırakırsınız?

Yeterince sıkıntılı olan şu dünyada,

En çok birbirinize muhtaçsınız.


Ben nereden mi biliyorum bunları?

Ben de sizden biriyim.

Hatta sizin kadar inatçı, pislik bir keşişim.


-Ee, ne fayda sağlayacak bu bize?


Lütfen böyle söylemeyin.

Ben ki bir zavallı olarak sizden yardım isterim.

Benim derdim şu: Kayboldum.


-Nerede?


Sanırım kendi içimde...

Belki de derinlerimde kendimi öldürdüm.

Ama yine de sormak istedim size:

Kendimi nerede bulurum?


Ne var niye kaçıyorsunuz benden? Durun!

-Kusura bakma ama bu senin kusurun.

Meleğin kanatlarını açmış sana uçuyor,

Birazdan gelecek sonun.


Ne demek istiyorsunuz?!

Ne sonu hani nerede bana da gösterin!


-İşte evlat o bile senin içinde.

Şimdi çekil önümüzden de,

Kendi sonuna bizi de götürme.


...o an belki de,

Hiç gerçekleşmeyecek bir şey oldu.

Adam içindeki cevheri bulup çıkarıverdi:

Ölüm... İşte içimizdeki cevap bu...

Bu kadar kolay mıydı cevap?


Keşişler ona korkuyla bakıyorlardı.

O ise çoktan askerler arasında,

Son yolculuğuna uğurlanmıştı.

Ve belki de herkesçe bilinmesi gereken bu cevher;

O an dile gelip o an yok oldu.