“Babam kırk üç yaşında öldü, ben on beş yaşındaydım. Bugün ondan daha yaşlıyım. Onu daha iyi tanımamış olmaktan dolayı üzgünüm. Bundan dolayı ona kızgın değilim. Şimdi büyüdüm, yaşamın zor olduğunu biliyorum ve hayatı daha dayanılır kılmak için “kötü” yollara başvuran kimi daha hassas insanlara kızmamak gerektiğini de.

Jean-Louis Fournier

Kasım 1998



Seneler sonra kendisinin de baba olmasının etkisiyle ve belki de en önemlisi insanın geçmişiyle savaş halinde olmasının yıpratıcı etkisinden dolayı, bir babadan intikam almaktan ve onu yanlışlarıyla sorgulamaktan çok, büyük bir anlayış ve kabullenişle ele alınan anlatı türündeki bu kitap, yazarın ters köşe yaptığı bir açılışla başlar. “Bu kitabı anneme ithaf ediyorum.”


Babası hakkında kaleme aldığı yazıları ona değil, annesine ithaf etmiştir. Jean-Louis Fournier’nin yıllar sonra annesi hakkında kaleme aldığı kitapta, “Kuzeyli Annem”’de Charles Baudelaire’e ait bir sözle, bir epigrafla başlamaktadır; “Özgür insan, denizi hep seveceksin!” Her iki kitapta da yazarın annesine karşı imtiyazlı davranmış olduğunu düşünsek de her ikisini de okudukça, annesinin, yaşamını şekillendirmesindeki katkısına ve hayatındaki sağlam duruşuna dair fikir edindiğimizde bu açılış sözünü yadırgamaz oluyoruz.


“Asla Kimseyi Öldürmedi Benim Babam”, “Babamın Tokadı” ile başlayıp, “İlk Sigara” başlığıyla sona erer. Bu ilk başlık yanıltıcıdır. Okuyucuya başta, yazarın çocuklukta babasından şiddet görmüş olabileceğini düşündürse de durum aslında farklıdır. İçki içen adamların genelde kötü olduğuna dair düşünceye rağmen babasının tek tokadının onun doğumunda nefes alması yani yaşama ilk adımını atması için sırtına vurulan bir tokattır aslında bu. Yazarın babasını kaybettiğindeki yaşı olan yani on beş yaşına kadar da ondan yiyeceği bir tokat olmayacaktır fakat aile içerisinde hissettirdiği yokluğun verdiği eksiklik duygusu ve endişeli hal bir tokat kadar keskin olur. Son tokat da onu kaybettiğinde verilen sigaranın dumanından dolayı boğulacak hale geldiğinde yine sırtına vurulan tokattır. Tıpkı, doğduğu gün babasının yaptığı gibi. Bu tokatı “büyük yaşamının kötü başlaması“ olarak görecek olan Fournier, çocukken yanında varlığını pek hissedemediği babanın kaybıyla bir anda büyümek zorunda kalacaktır. Ve “İlk Sigara” da bu bir anda büyümenin sembolü olur.


Fournier’nin aile üyelerine dair kaleme aldığı yazıların ilki bu kitapla, babayla başlamakta. Daha sonradan “Kuzeyli Annem”’de, bu kitapla ilgili başta annesine danıştığını hatta başlığın, “Babacım, Annemi Öldürme” olacağını anlatan Fournier, annesinin bu projeden vazgeçmesini istediğini, geçmişin kurcalamaya değmeyeceğini söylediğini anlatır. Bunun bir tür hesaplaşmaya döneceğinden endişe eden anne, endişesinde haklı gibidir. Ölmüş birine yaptıklarından dolayı hesap sorulamaz neticede, fakat yazar annesinin endişesini de, kitapla ilgili isteğini de boşa çıkarır ve kitabı başlığını değiştirerek ve annesinin de “ondan nazikçe bahsettiğini düşündürecek şekilde yazarak” yayınlar.


“Hastalarının temiz tıraşlı, kibar doktorlardan gözü korkmuştu. Eski elbiseleri ve ayakkabılarının ucundaki lastikleriyle babamı tercih ederlerdi, ayakta duramadığı ve düşmemek için hastanın yatağına tutunmak zorunda olduğu zaman bile. Hastaları, babamı gördükleri zaman, artık ölmek istemediklerini söylerlerdi.”


Ailenin ilk çocuğu olan Jean-Louis, babasının doktorluk mesleğinden dolayı ona duyulan saygı ve sevgiden memnunken, başkalarına karşı bu kadar özverili ve komedyen olduğunu düşündürecek kadar neşeli babasının “Neden kendilerine, yani çocuklarına hikâyeler anlatmadığını” sorgular bir bölümde. Özellikle erkek çocuk için önemli bir figür olan babanın sürekli sorun yaratan bir karakter olması bir süre sonra ondan kurtulunmak isteyen birine dönüşmesine sebep olur. Öyle ki yazar Noel’de sırf bu nedenle hediye olarak babasını öldürmek için silah ister. Her ne kadar şiddet uygulamasa da sarhoş olacak kadar içkili olduğu anlarda annesine ve kardeşlerine karşı savurduğu ölüm tehditleriyle aileyi sürekli huzursuz etmesi ve özellikle annesini üzdüğüne inanan yazarın çocukluk halinde babaya karşı duyduğu öfke ve nefreti okuruz çok nadir olsa da.


Yine, “Kuzeyli Annem”’de annesinin, eşinin ve çocuklarının ilgisini çekebilmek adına uydurduğu hayali hastalıklardan bahseden Fournier’nin babası da benzer bir özellik taşımaktadır. “Babamın İntiharları” bölümünde yer alan anlatıda intihar etmeyi seven, buna birçok kez teşebbüs eden babası için bu durumun bir süre sonra alışkanlık haline geldiğini ifade eder. Özellikle bayram yemeklerini seçen babanın, ailenin bir arada olduğu anları bozmak adına bilinçli bir tercihle yaptığını düşündüren bu teşebbüsler, annenin soğukkanlı tavrıyla örtbas edilecektir. Kimsenin ilgilenmediğini görünce kendi kendine pansuman yapmaya başlayan babanın, bu davranışları artık “şakasına” olarak görülmeye başlanır. Fakat yazarın, normal bir aileye sahip olmadığını hissettiren şeylerin başında gelecektir bu haller.


Babasını kaybettiğinde henüz on beş yaşında olan yazarın, bu durumu öncelikle bir kayıp değil “kurtuluş“ olarak gördüğünü anlarız. Başlık şudur; “Bir Gün, Babam Gerçekten Öldü.” Sık sık körkütük sarhoş olan baba ile ölü babanın farkını bilemeyecek hale gelen çocuk, annesinin “Sanırım baban öldü.” sözünü “Yine mi…” ile karşılayacaktır. Henüz yetişkin olmayan anlarında karşılaştığı bu kayıp ile artık babasının içmeyi bırakacağı; paralarının olacağı, diğerleri gibi normal bir hayatları olacağına dair inancı yerle bir olmuştur. Dışarıda, insanların çoğunlukla sevdiği ve saydığı babasının, aile üyelerinin de onu sevip sayabileceği bir ruh halini kazabilmesi, ölümüyle imkansızlaşmıştır artık. Çok genç, kırk üç yaşında hayatını kaybeden adamın geride bıraktıkları, aslında birlikteyken de yalnız hissettikleri eş ve çocuklar olacaktır, seneler süren huzursuz ortamın sebep olduğu arazlarla tabii.


Aralarda çok kısa süren mutlulukların da paylaşıldığı anlatıda, dışarıda mesleğindeki başarısına rağmen insanları tedavi ettikten sonra çoğu zaman ücretini alamayan iyi niyetli bir doktor vardır. Yardımsever birisi olarak sahip olduğu karakter ile çoğu zaman başkalarına uyum sağlamakta sorun yaşamayan ve aslında başarılı birisi olan genç adamın içkiden sonra dönüştüğü kişilikten çok, bu normal haliyle hatırlanmak istenmesi de yazarın ve ailesinin geçmişle barışma isteğinin bir parçası gibidir.


Finalde bir fotoğraf paylaşır yazar. Belki de, babasının hatıralarında en güzel şekilde kalmasını sağlayacaktır bu fotoğraf. Kendisinin bebek olduğu ve babasının yanında uzanırken kitap okuduğu bir fotoğraftır bu. Çocuk haliyle ondan çok da bir şey beklemeyen, yalnızca yanında olmasını dilediği babası bu sefer üstüne düşeni yapmıştır. Yazarın aile üyelerinden bahsettiği kitaplarında fotoğraf önemli bir figürdür. Her ne kadar kalın fotoğraf albümlerinin yerini çoktan akıllı telefonlardaki fotoğraflar yani; tonlarca çekilebilmesinin kolaylığına rağmen bir o kadar da silinip kaybolma olasılığına sahip olanlar alsa da fotoğraf, hâlâ birilerini anarken ya da anlatırken başvurduğumuz en önemli kaynak olmaya devam ediyor. Yazar da içini döktüğü, okuyucuyla ailesini ve çocukluğunu paylaştığı bu anlatılarda bazen kitap kapağında bazen de son sözde paylaştığı fotoğraflarla geçmişe adeta bir kapı aralıyor ve aslında okuyucuyu da aileden birisiymiş gibi hissettirmeyi başarıyor.