"Gitmen gerekiyor çocuğum. Geriye kalanlar için, sevdiklerin için gitmen gerek. Seni çok seviyorum. Bil ki benim canım daha çok yanacak. Ama kaderin önüne geçemem. Seni seçmişler.''


"Şekerimi bile bitiremedim ki anne. Onlar beni alırsa bir daha şeker yiyemem."


Kucak dolusu çalı çırpıyla Hikan'ın cübbesi bir kenara atılınca kesif bir çürük yumurta kokusu suratlarına çarptı. Geceyi eli ayağı bağlı şekilde geçiren adam altına pislemişti. Işığın keskin dokunuşu yüzüne çarpınca gözlerini açtı. Eğilip ona bakan iki genci tanımış, dün gece kalbine saplanan korku uyanmıştı. Karaya vurmuş balık gibi çırpınırken Sato adamı sürükleyip bir ağaca yasladı. Hançerini kınından çıkardıktan sonra adamı ağzını tıkayan çaputtan kurtardı. ''Bağırıp yardım çağırmayı aklının ucundan bile geçirme. Kimse sana benden daha merhametli davranmaz bu topraklarda.'' dedi. O sırada Hikan, berbat bir hale gelmiş cübbesine bakarak ''Al bir de buradan yak. Yıkasam bile giyilmez ki bu. Bu soğukta gömlekle gezersem donarım.'' diye yakındı. ''Ben sana kaliteli bir cübbe alırım. Yardımların için böyle teşekkür edebilirim sanırım.'' dedi Sato. Sonra korkudan tir tir titreyen adama baktı. İstediği cevapları alsa bile bu çürük meyveyi nasıl cezalandıracağını bilmiyordu. Öfkeyle yanıp tutuşurken bir orduyu katledebilir, sakin bir ruh haliyle yaprak bile koparamazdı. Dün gece için kalbinde en ufak bir pişmanlık taşımasa da önündeki seçenekler arasında bir seçim yapamıyordu.


''Bu işteki rolünün maşa olmaktan ibaret olduğunu biliyorum. Senden tek istediğim bir isim. Bu işi kim verdi?'' dedi Sato. Öğrencisini azarlayan bir öğretmen gibi ne nefret ne de öfke taşıyordu sesinde.


''Söylemezsem sen beni öldüreceksin, söylersem o öldürecek. Boş ver gitsin. O ruhumu bile rahat bırakmaz.'' dedikten sonra dilini koparmak için hamle etti. Bunu fark eden Sato onu güç bela durdurdu. Elini adamın seyrek dişlerine yem etmişti.


''Aptal olma! Seni her ne korkutuyorsa kökünü kurutacağım. Bu çamura girdikten sonra huzurla yaşayacağını mı düşündün? Çocukları ele geçirdikten sonra, arkada iz kalmasın diye infaz edilecektiniz. Yolumu tıkama ki bu kötülük başkasına sıçramasın.''


''Elizen! Çocukları kaçırmamızı Elizen Zefir emretti.'' dedi adam kısık bir sesle. Sanki kendi dilinden çekiniyordu. Dalları süsleyen ibibik kuşlarının bir fısıltı uçurmasından korkuyordu.


''Elizen mi? Böyle bir şey mümkün olabilir mi? Düpedüz yalan söylüyorsun.'' diye çıkıştı Hikan. Yüzü derin çizgilerle şaşkınlığa tutulmuştu. Yeryüzünde kopan fırtınaları umursamadığını gösteren mahmur gözleri bu sefer merakla parlıyordu.


''Yedi kıtadaki tanrılarla Kangiri'nin adı üzerine yemin olsun ki doğruyu söylüyorum. Bunu o söyledi'' diye çırpındı adam.


Sato ''Nereden tanıyorsun bu adamı?'' diye sorsa da Hikan onu duymayıp konuşmaya devam etti. ''Altı sene önce öldü o! Hemen yanı başımda bir ok saplandı alnına. Cansız bedeni buz gibi olana kadar sırtımda taşıdım.'' dedi her kelimenin üstüne basarak. ''Sakinleş dostum. İzin ver de söyleyeceklerini dinleyelim.'' diyerek sakinleştirmeye çalıştı onu Sato.


''Geçen sene tarlam iyi mahsul vermeyince ailemin aç kalmaması için borç aldım. Bir sene boyunca kader yüzüme gülmedi. Borçlandıkça borçlandım. İşler o raddeye geldi ki giydiğim iç çamaşırına kadar göz koydu tefeci. Bunu bilen arkadaşım yağlı bir iş var deyip beni kandırdı. Baltalarımızı alıp yola koyulduk. İpekkuyruk ormanına gittiğimizde ağaç keseceğimizi düşünmüştüm. O ağaçlar kutsal sayıldığından tütsü için kullanılır. Ihlamur ağaçlarının çevrelediği bir mağaraya doğru ilerledik. Başıma nasıl bir bela açıldığını o mağaraya girdiğimizde anladım. Orada var olmaması gereken şeyler gördüm. Acı içinde haykıran ruhlar geçiyordu gözümün önünden. İçeride gaz lambası ya da meşale olmamasına rağmen her renkten ışıklar sarmıştı etrafı. Sanki... Sanki Yondaru yeryüzüne inmiş gibiydi! Kara kemiklerden yapılmış bir tahtın üzerinde oturuyordu o. Ağzını açmadan, sanki kafamın içindeymiş gibi konuştu. Söylediğine göre çocuklar tüm kıtanın kurtuluşu için ödenecek ufak bir bedelmiş." dedi.


Sato hem isim hem de adres tarifi almaktan ötürü memnundu. Adamı ensesinden tutup birkaç adım ötedeki yola bıraktı. Elini ve ayağını bağlayan ipleri kesti. "Aileni de alıp Kaladril Yıkıntıları'na git. Sato Rüzgarkıran tarafından gönderildiğini söylersen oradaki göçebeler seni aralarına alacaktır. Adını, soyunu ve nereden geldiğini kimseye söyleme. Şimdi git buradan." dedi. Adam hızlı ve çarpık adımlarla uzaklaşırken Hikan'a döndü. Arkadaşının duvar kadar soğuk ve donuk bir ifadeyle gözlerini bir noktaya diktiğini görünce oldukça şaşırdı. "Bir isim benzerliğine bu kadar kafa yormamalısın. Ayrıca kim bu Elizen? Senin için kıymetli biri olduğunu yüzün bangır bangır bağırıyor." dedi.


Hikan elini alnına koyup silik bir hatırayı anımsarmış gibi mırıldandı. Sözcükler ağzından bölük pörçük çıkıyordu. Sato üstelemenin bir fayda vermeyeceğini anlayınca onu yalnız bıraktı. Birkaç adım ötedeki kayanın arkasında oturan kadının yanına gitti.


"Binbaşı Utarit anlaştığımız gibi bilgileri edinmenize izin verdim. İsterseniz anlaşmanın ikinci kısmına geçelim."


"Vakit kaybetmeden yola koyulacağız. Ancak burnuma çok pis kokular geliyor. Bu işin içinde büyük bir kafirlik olmalı." dedikten sonra ayağa kalktı. Işıl ışıl parlayan zırhı ile üzerine aslan motifi işlenmiş teberi, savaşa hazır olduğunu gösteriyordu. Komutanın yaverliğini üstlenen bu kadın yanında kimseyi getirmemişti.


"Kara büyü öğrenmesi de kullanması da oldukça zor ve riskli bir iştir. Daha önce defalarca karşılaştım. Bir kez olsun hayırlı bir sonuç verdiğine şahit olmadım. Birkaç çiftçiyi kandırmak adına harcanamaz. Muhtemelen üçkağıtçı bir hergele gözlerini boyamıştır. Yine de aynı hisleri paylaşıyoruz. Ne olursa olsun bu meselenin üstüne gidilmeli." dedi Sato.