Göğün tepesinde çürüyen güneşi seyrederdim geceleri.

Süt kokan bir annenin ninnisiyle kapanırdı gözlerim.

Jüpiter’in yağmurunda şeker adasına koşardı bedenim.

Toz pembe bir öpücük eşliğinde açılırdı gözlerim.


Şimdi ise ruhu bataklığa düşen

kırk yıllık bir adam...

Gölgemin nefret kokan kalbimden kaçıp

karanlığa saklandığı,

Mezarlıkta katilini arayan bir hayaletin ise adımlarımı kovaladığı,

Şubatın küllerinden doğan hain bir geceydi.


Bedenimi ağzında sakız yapan ve diri diri çiğneyen

sokak bekçisi rüzgâr,

Karda donan binlerce asırlık bir ölü etinden farksızdı.

Çıplak ve mavi.


Kar taneleri avucumda ılık ılık erirken

yolun bitişinde mahcup ifademi ağırlayan

Görkemli sokak lambaları alay ediyorlardı benimle.


Zaferi uğurlayıp mağlubiyeti ilan eden kuşlar,

Ölümün kapılarından kanat çırpıyordu yarına.


Yıkılmaya yüz tutmuş bir binanın balkonunda körebe oynuyordu hoyrat çocuklar.


Hüznüm taşkın nehirleri yükseltiyordu şehrin meydanına,

Bal rengi ateşler şenlik içinde davet ediyordu,


Cehennemin kolları altına.


Kötülükten yeşermiş şarap kızılı bir tarlada

Kutsandı günahlarımın her harfi,

Dualarım yenildiğim yıllara ihanet etti.

Bir örümceğin ağlarına takılıverdim,

Ve o tuzağın sahibi iblisin ta kendisiydi.


Sivri bir ok fırlatılmıştı sanki yüreğime.

Kemiklerim sızlıyordu.


Rab, beni bu ateşten kurtar.

Kanımdan iliklerime giden yolda arındır günahlarımdan.


Omzumdaki hayaletin yükünü al.

Cennetin kapısını kanlı bir bedenle çalamam.