yaşamak cüret etmektir

suya sabuna dokunmaya, acıya.


bir ritmim bile yok hüzünlüyken tutacağım 

durağanım, tanrı neyse o.

kimsenin evi de değilim geri döneceği 

öyleceyim yalnızca, mermi kovanlarını üzerime boşaltasınız diyedir soluğum

onca çığlık arasında en duyulmayanı, en kof.

bütünüyle ölüm tehdidi.


hiç hayali olmamış bir bıçak parıltısı

ve mısır tarlalarının baştan çıkaran fısıltısı

yine de bağırmak avazımın bile bulamayacağı

sancıyan toprağın hep üstüne.


kuş olsaydım müphem vadilerde

uçmaktan önce göç etmeyi,

döne döne yanmayı 

vurulmadan önce son türküyü çağırmayı dilerdim

ele avuca sığmaz,

yorulunca bir söğüde dayanır

kuşkonmaz denen ne varsa bilerdim üstünde gagamı

bir söğüt, bir de dalları


şimdi yüzümden düşenleri topluyorum

yaşamla ölüm arasında ne belledimse oraya koyuyorum

bu bir önlem, teminat.

bükemediğim bilekleri kesip atıyorum 

iç giyim kataloglarından kırptığım fantezileri beziyorum örflere

aşk ateşi, ateşli geceler, ateş ve jartiyer 

ateş denince akla gelen ne varsa

ortasına kurdele kondurup tanrıya kargoluyorum



ben bir ikonum.



ben sizin boğuştuğunuzum.



bastırıp bıraktığınızda sertçe yüzünüze vuran yumruk kutunuzum

ama bir urgana yenilen


orman belirdi 

sular indi

orman da değişti

su da 

gömdü kendini zûra

kıble artık kabe değil