Bazen öyle küçük anlar var ki. Çok küçükler gerçekten. Minicik, görünmeyecek kadar minik. O minik, masum çocuk ruhun kadar kısa bir an. Her şeye bir son vermekle vermemek arasındaki çaresizlik. Ağlamakla ağlamamak arasında bir çene titremesi. Yine, yeniden kaçmaya çalıştığın o an. Ama başarmana bir adım kalmışken, küçük bir an. Mesela gecenin ikisinde hiç içmediğin sigaradan bir nefes çekmek için yanıp tutuştuğun o minik istek kıvılcımı. Biliyorum, biliyorum ağlamak istiyorsun. Her şeyi gözyaşlarınla atabilirmişçesine haykırmak... Atabilir misin? Sona geldiğini biliyorsun. Kararını verdin ve bu bir verilmiş karar mutluluğu. Bundan sonrasının daha da berbat olabileceğini bile bile. O minik kızı hatırla. İçindeki sevilmeyi bekleyen kızı. Sen hala O'sun. Büyümekle alakalı olmayan şeyleri rahatsızlığını gizlemek için kendine yutturmaya çalışıyorsun. Ben bu minik anda, minik yazımı yazarken sigaramın külü uzun bir köprü olmuş. Bazen minik şeyler de çok uzun olabilir. Şu an gibi. Uzun şeylerse çok minik gelebilir. Hayatın gibi. Buna hangi kurum karar veriyor bilmiyorum. Kambur oturuyorsun ama sokağın loş ışığından haz alarak. Bu andan gerçekten haz alarak. Üşümesen nasıl da sonsuza kadar burada oturabileceğini düşünüyorsun. Sessizlikle baş başa. Kafanın içindeki sessizlikle baş başa. Gerçekten sessiz mi? Elinin soğukluğu nasıl da yakıyor sıcak damarlarından akan taze kanı. Sen artık yoksun. Yok muyum? Peki ya ben var mıyım? İyi geceler sokak lambasının dantelli perdenin ardındaki duvara yansıyan sarı ışığı. İyi geceler.