Atölye, yine ilk günkü gibi kalabalık. Böyle anlarda diller kıskaca alınır ve daima berbat girişler yazılır. Bütün kokoşlar en iyi öyküyü kendilerinin yazacağına inanır. Uğur ve Hüseyin Beyler ise ojeli elleri seyretmeyi tercih eder. Bir farkla, Hüseyin Bey dinç bir vücuda sahip olmasına rağmen yazarken çok ağır kaldığı için cümlelerini unutur, yalnızca yazmayı planladıklarını konuşur ve ara ara Uğur Bey’e bunları yazmasını rica eder. Şu gelen Nuran Hanım olmalı. Onu, bir şey başarmanın verdiği mutlulukla büzüştürdüğü dudaklarından tanır herkes.

           “Emrah Hoca’m!”

           “Yazdınız mı, Nuran Hanım? Ne çabuk!”

           Emrah Hoca, bir anda sıkılgan halinden sıyrılıp Nuran Hanım’ın kâğıdına uzanıyor:

           “Allah belasını versin bu Tekinli yerlerin! Tekinli orospular!”

           İlahi güçlerimi devreye sokup okuru, tırnaklardan ve anlaşılırlığı sağlayan bilumum işaretlerden kurtarıyorum. Uğur Bey’in, miadı dolmuş kelimelerle kurulu dünyasına verilebilecek türden bir hediye… Rabia Hanım’ın ikide bir UğurBeyciğimnedegüzelyazıyorsunuzlarından sonra Seda Hanım’a koşarak getirdiği kopyalara kıkırdayışına kocaman bir tahammül… Nasıl olmuş hocam? Fena değil ama tekinsiz, demek istediniz herhalde? Sözün bitiminde Nuran Hanım’ın yüzü kızarıp gözleri buğulanıyor. Hayır, Emrah Hoca’m! Şey… Ben… Sözün burasında derin bir nefes bırakıyor. Ben Tekinsiz yapamam, onu unutamam! Pis orospular! Tekinli orospular! Nuran Hanım, Nuran Hanım, lütfen sakin olun! Bu yalnızca bir kurgu, sizin oluşturduğunuz bir kurgu! Lütfen, oturun ve yeniden daha güzel şeyler yazmaya çalışın, öğrettiklerimi düşünün, bir çiçeği kokladığınızı hayal edin. Emrah Hoca, kafasını şöyle bir yukarı kaldırıp görebileceği en üst merdiven basamağına la havle çekip avazı çıktığı kadar bağırmak istiyor. Sonra villanın kirasını düşünerek vazgeçiyor. Minik bir hapşırık gıcıklıyor genzini. Bütün bu bok püsür işleri başıma sarmasan olmazdı değil mi, Ömer! Ne cehenneme kayboldun, Allah bilir!

           Ömer Bey, kâğıt işiyle uğraşır, az kazansa da parlak fikirler üretir. Bir daha düşün, Emrah! Hayatımızın dönüm noktası olabilir. Hem sen değil misin, bu işler artık zırvalığa döndü, diyen? Bugüne kadar eli yüzü düzgün şeyler yazdın, yaptın da ne oldu? Küstün, küstürüldün. Elinde onlarca dosyayla geçen cevapsız yıllar… Haa, tabii canım, arada cevap da verirler değil mi: Maalesef öykünüzü yayın programımıza alamıyoruz Emrah Bey, romanınızın hacmini biraz azaltmanızı tavsiye ederiz Emrah Bey, bu metin biraz fazla lafa boğulmuş Emrah Bey, eleştiriniz yazarın ticari hedeflerini zedeleyici ifadelerle dolu Emrah Bey, şöyle biraz kenara çekilir misiniz Emrah Bey, yeniden dünyaya gelirseniz tekrar gönderebilirsiniz Emrah Bey… Aklını kullan lütfen, her şey hazır: lüks bir villa, bir aylık gıda, bazı günler eğlenmeniz için canlı müzik, her anı ölümsüzleştirecek fotoğraflar… Metin Bey sever beni, kirada da yardımcı olur. Her şeyi ayarladım, sen sadece biraz konuş, anlamadıkları ya da hoşlarına gidebilecek şeylerden bahset mesela. Harikasınız Nadire Hanım, daha önce böyle bir yeteneğe rastlamadım Hazar Bey… Ha, ne diyorsun? Emrah Hoca; üç roman taslağı, üç öykü dosyası ve üç tel saçıyla birlikte geçen onca yılı düşünüyor. Sen iyi değilsin, Ömer. Ayrıca tanıdığım iyi insan da değilsin. Böyle bir şeyi bana nasıl teklif edersin! Saçmalama, bu bir teklif değil, mecburiyet, anlıyor musun, mecburiyet! Buna mecbursun! Üsküdar’da lüks bir daireye seni feda eden Nermin için bile olsa mecbursun! Sana kaç defa onun adını ağzına alma, dedim! Hem onun bu meseleyle ilişkisi ne? Acımı tazeleyerek hırslanacağımı mı zannediyorsun? Bir şey zannetmiyorum, sadece artık biraz hareketlenmeni ve eski, güzel günlerine geri dönmeni istiyorum. Bunu yaparken de herhalde biraz para kazansak fena olmaz. Hem niçin meseleyi hep olumsuz tarafından değerlendiriyorsun? Belki de senin gibi yeterince şans bulamamış birine yepyeni yollar açacaksın. Bizimle hiçbir ilgisi olmayan dergilerde yazıların yayımlanacağı sözünü vermek gibi mi mesela? Canım, ne var bunda? Hem sen hep söylemez misin her metnin mutlaka bir alıcısı olur diye? Kaç dergi varsa hepsine göndeririz, şansımız yaver gider de yayımlanırsa bizim kanalımızla yer verdiklerini söyleriz. Haydi be Emrah, bu kadarcık zararsız kandırmacadan bir şey olmaz. Sen iyice tırlatmışsın! Yahu yüz kişiden bahsediyorsun, kaç tanesi için böyle bir ihtimale sarılabiliriz? Üstelik çoğu ömrünün son demlerini yaşayan, yalnızlıktan ne yapacağını şaşırmış garip garip insanlar. Hep söylemez misin “Denemeden bilemeyiz.” diye, al işte bu kez seni dinliyorum. Şimdi de sözlerimle mi saldırıya geçiyorsun? Sen al şu parayı, bugün ne yapmak istiyorsan onu yap. Ömer Bey, Emrah Hoca’nın cebine bir miktar para sıkıştırdıktan sonra koşar adım uzaklaşıyor. Ömer! Ömer! Uzaklaşan bir sesle cevaplıyor Ömer Bey. Pişman olmay… Emrah Hoca, elini cebine atmakta kararsız kalıyor. Deminden beri ince ince yağan yağmura dikiyor gözlerini: Hhhappşşuuu!  

           Ha, efendim Rabia Hanım, bir şey mi demiştiniz? Hapşırık, diyorum. Çok yaşayın, ne yazacağıma henüz karar veremedim ama siz hapşırınca… Hapşu, başlıklı bir öykü yazsam, şey, yani hapşırıktan öykü olur mu? Neden olmasın, Rabia Hanım? Emrah Hoca sözünü gülümseyerek tamamlarken Rabia Hanım’ın kalbi gürültüyle çarpıyor. Ay, gerçekten mi! O halde hemen başlamalıyım! Kolaylıklar dilerim. Burnuna son mendil darbelerini indirip sesini yükseltiyor Emrah Hoca. Kıymetli Huzur Atölyesi Yazarları; hapşırık ve pek çok tıksırık çeşidi dahil olmak üzere istediğiniz hemen her konuda yazabilirsiniz! Buluşma arifesindeki heyecanın ne kadar çekiciliği varsa bir ömür sandalyesine gömülü kalmış çirkin adamın da o denli çekiciliği vardır. İhtiyacımız olan tek şey, bize “yazar” diyebilecek birilerine ricada bulunmak. Ricaen tertiplediğiniz kalabalık, tercihen bir araya gelebilecek her türlü topluluktan daha güçlü olacaktır! Böylelikle pek çok söyleşiye aynı anda katılabilecek ve “Nasıl yazar oldunuz?” sorusuna “Tuvaletteki o uzun bekleyişlerimden biri sonlanırken ‘Neden olmasın!’ diye haykırarak!” cevabını verebileceksiniz! Tabii tuvaletin, Huzur Atölyesi’nin nezih tuvaletlerinden biri olduğunu belirtme nezaketini de göstereceğinizi umarım.

           Emrah, sandalyesine gömülmüş çirkin bir adam gibi cami tuvaletine girip çıkanları seyrediyor. Nermin, her zamanki gibi yine gecikti. Belirli aralıklarla Kartal İstasyonu’na uğrayan üç tren, birkaç tane Nermin gönderdiyse de yaklaştıkça netleşen silüetler; Ayşeler, Fatmalar ve Nuranlara dönüştü. Ayşe, bir demet papatya ile karşılanırken Fatma, büfeden bir paket sigara aldı. Nuran’sa belki de genç Nuran’dı ve Tekin Bey’in buluşmaya yine gelmeyeceğini fark edince bu Tekinsiz istasyonun, Tekinli orospuların marifeti olduğunu anladı. Yine derin bir nefes bıraktı: Tekinli orospular! Emrah içinse Nerminli istasyonlar mühimdi. Trenler ardı ardına geliyor ancak bir tane bile Nermin hediye etmiyordu. Alçak trenler!


           Emrah,

           Sana bir şok daha yaşattım değil mi? Halbuki sen benden sevgi bekler, elimi tutmayı umarken… Beklentiler her zaman gerçekleşmiyor maalesef. Bana da çok oluyor…

           Senin içine girip beni bütünüyle nasıl gördüğünü bilmek isterdim doğrusu ya da neler hissettiğini. Son zamanlarda birbirimize sevgi sunma zamanlarımız hiç çakışmıyor. Ne acı değil mi böyle zamanların olması? Ben kendimce heyecanlar yaratıp onları sana ulaştırdığımda sönmüş bir balonla karşı karşıya kalırken bir başka zaman -mesela dün- aynı yıkım sana da uğruyor. Kimse karşısındakinin kendi içinde yaşadıklarını bilmediği için oluyor galiba bunlar. İnsan nasıl sıcacıkken üşür, cıvıl cıvılken sönüverir? Bunu “kadın ruhu”yla açıklayabilir miyiz? Eğer öyleyse kadının ruhunu etkileyen bu görünmez şeyler ne? Evet, eminim bunların varlığından. Yok yok, öyle hormonal değil! Öyle kolay değil! Mesela ben yukarıda biraz söylemiştim galiba.

Keşke kalp haritası gibi bir şey olsaydı. Nerelerde ne olmuş, hemen görebilseydim. Keşke kendimi daha iyi tanıyabilseydim. Keşke içimdekileri en azından kendime anlatabilseydim...

Şu an İzmit’tesin. Hayal ettiğin kitaplığına dalmış olmalısın. İçimde, bütün hiddetiyle “Peki o zaman çıkma oradan!” diye haykıran bir şey var. İşte görüyorsun. Ben böyleyim. Birkaç dakika sonra ise yanında olmak isteyebilirim. Sonra tekrar öfkelenip bütün kitaplarını başında paralayabilirim! Belki de gelip sana kitap okuyabilir, seni kitaplar içinde seyredebilir, seni en baştan yeniden sevebili…

Seni, sevdiğin nesnelerle baş başa bırakmak, sana yapılacak en büyük iyilikmiş gibi geliyor. Bak, bu yönümüz ortak. Başka yönlerimiz de var, ortak. Ortak olmayan yönlerimiz de var. Ama ortak olmayanlar daha çok sanki… Zevkler filan… Ama biliyor musun, bana fotoğraf kataloğu aldığında çok sevinmiştim. Sevincimi paylaşamamıştım ama beni çok mutlu etmiştin. Önemsenmek güzel. Bir de Tülin abla bana atkı örmüş, ona da çok sevinmiştim. Babam hâlâ senin kalemini kullanıyor. Ne diyecektim? Keşke senin de daha çok sevinişlerini görebilseydim. Sürekli “keşke” dememe kızarsın, biliyorum ama keşke içine biraz neşe, delilik, gülücük filan kaçırabilseydim… Ama insan, olduğunun da dışında davranamıyor, değil mi? Çok üzgünüm…

                                                                                                         Nermin


Sevgili arkadaşlar, malumunuz, atölyemizin son günlerindeyiz. Henüz bir giriş bölümü bile yazamamış olabiliriz ancak telaşa kapılmayınız. Zaten Ömer hıyarı da ortalarda görünmediğine göre ben bir bahane bulup sizleri birkaç gün daha oyalamak zorunda kalacağım için en az bir haftamız daha var demektir. Durumu kurtarma girişimlerim sonsuza kadar sürebilse de önünde sonunda zaten değil iyi bir yazar, bir yazar bile olmadığınızın farkına varacak ve deyim yerindeyse ağzımın orta yerine… Allah belanı versin Ömer! Unutmayınız, öykünüzü yazarken her şeyi en başından anlatmak zorunda değilsiniz. Hüseyin Bey’i ele aldınız varsayalım, onu hemen tepemizde höykürürken anlatmaya başlayabilirsiniz. Yani sabahın köründe yatağında horlarken çaresiz bir alarm gibi onu defalarca uyandırma girişiminden kendinizi ve okuru kurtarabilirsiniz. Bununla birlikte kopya çekmek serbesttir. Zira söz konusu sanatsal bir ürünse çalıp çırpmanın da -çok şükür ki- edebî dayanakları, Huzur Atölyesi’nin uluslararası geçerliliği olan sertifikasında mevcuttur. Başka bir deyişle burada ve bundan sonra kaleme aldığınız, alacağınız her metni babanızın da kullanımına açabilir ve buna -Tülin ablanın ördüğü atkı kadar ederi varsa da- size hediye edilmiş bir fotoğraf kataloğuna sevindiğiniz kadar sevinebilirsiniz. Üzülmek olmaz. Anlaştık mı?

           

Böyle anlarda…              Nasıl olmuş sence?           

Evet ama sanki kırmızı daha iyi olurdu.

              Atmosferi nasıl oluşturuyorduk?          Birden kapı açılıyor.

 Sahi mi?                                                         Bu kalemden almıştım ben de.

                             Bence de kötü yazıyor.                                         Ne yellozdur o!

    Ah Seda Hanım…                                        Tüfeğini doğrulttu:                   

                       Yazmasam altıma kaçıracaktım.                        Hahahahaha!

           Gürültü varken düşünemiyorum, Nermin. Zihnimin fişi çekilmiş de onu prize denk getiremiyormuşum gibi. Nermin, menüyü kenara itiyor. Ben bir çay istiyorum. Emrah, sigarasına davranıyor. İstersen başka bir yere de gidebiliriz. Nermin’in bardağından kibar bir höpürtü yükseliyor. Gerek yok, nasıl olsa orada da mutsuz olacağız. Yine eline yüzüne bulaştırdın Emrah! Üstelik hangi cümle hangimize ait, kim haklı, kim haklı değil, her şey birbirine karıştı. İnsan, hiç değilse gönül almak için dokunaklı bir şeyler söyler. Ama onca metin yazar, bulaşılmayacak adamlara laf ebeliği yaparım da senin varlığın çok başka Nermin. Nutkum tutulur, iyi bir şey yapayım derken elime yüzüme bulaştırırım ne varsa. Keşke kalbimdekini şu masaya dökebilsem. Beyefendi, affedersiniz, çayımız döküldü de tazeler misiniz? Gerek yok Emrah, kalkalım artık hem epey de geciktim.

Emrah Hoca’m, bilinç akışı denedim ama pek olmadı sanki. Tabii olmaz Nadire Hanım, makinenin fişini takmamışsınız! Bu, son teknoloji. Bununla iyi bir bilinç akışı oluşturamamanız imkânsız. Aynı zamanda, dilerseniz, diyalog ve iç konuşma seçenekleri de var. Siz sadece ne zaman kullanmak istediğinizi ve kelimelerinizi belirleyin. Makine, kelimelerinizi düzenleyecektir. Kendine gel, Emrah! Gayet iyi görünüyor, Nadire Hanım. Hem de nasıl diyeyim, cümleler biraz şairane duruyor, desem yeridir. Nadire Hanım’da, Emrah Hoca’nın üç tel saçından hangisinin üçüncü olduğunu anlamaya çalışır aptal bir gülümseme. Biliyor musunuz, Hazar Bey de çok beğenmişti ama yine de sizin onaylamanızı daha çok önemsiyorum. Hazar Bey mi? Evet. Bu kadarına da tıs, dedi hatta. Kahkahalar, kahkahalar, kahkahalar… O kadar kıskanmış ki yazımı, bir yılan olsa “tısss” diye sokarmış beni. Kahkahalar, kahkahalar, kahkahalar… Biliyor musunuz, Ömer de beni soktu. Kahkahalar, kahkahalar, kahkahalar… Allah belasını versin ama değil mi? Kahkahalar, kahkahalar, kahkahalar… Sizin de versin Nadire Hanım, ne ruhsuz bir kahkaha! Kahkahalar, kahkahalar, kahkahalar…

Utanmadan bir de kahkaha atarak içeri giriyorsun, neredesin kaç gündür! Ömer Bey, kahkahasını gevşek gülümsemelere bırakıyor. Kâğıt her geçen gün zamlanıyor oğlum Emrah, takip etmek icap ediyor. Hem ne olmuş yani? Sen hep demez misin… Demem! Bir kelime daha edersen boğarım seni! Ben bu aptal gürûha yazarlık dersi filan veremem. Bir halt da olmadı zaten. Saçmalama Emrah, ne diyorsun, bin türlü vaatte bulundum bu insanlara. Elbet ucundan kıyısından bir şeyler göstermişsindir. Birer metin yazmış olmaları bile çok kıymetli. Ömer Bey hayli endişeli. Yazmışlardır değil mi? Emrah Hoca hayli sinirli. Bilmem, git kendin kontrol et istersen! Tanrı'dan yardım ister bir edayla merdivenin en üst basamağına dönüyor gözler. Ömer Bey’in hoşuna gidip gitmediğini anlamak güç. Ancak hoşlandığını yazarsak hoşlanmış olur. Emrah Hoca’dan yeni bir la havle. Hüseyin Bey, rica ederim siz de inin artık aşağı, bu kadarı da fazla! Ben buraya tırnaklarımla kazıya kazıya çıktım ve hikâyemi bütün zorluklara rağmen yazıyorum -Uğur Bey’den hiddetli bir bakış- şey, yani yazdırıyorum. Bu skandal müdahaleyi kabul edemem Emrah Hoca’m. Yazın dünyasına hakaret, ilahi anlatıcıya hadsizlik sayarım bu sözlerinizi! Unutmayın ki kaderiniz, dudaklarımın arasındadır! Bak, hâlâ konuşuyor! Öyle mi, yaz o halde Uğur Bey! Nermin üç herifle birlikte bardan çıkarken… Emrah Hoca bir anda yerinden fırlıyor. Ulan, ben şimdi senin! Uğur abi, yetiş!