"Ay'ın Oğlu hikâyesini bilir misin?"

Bir pazar öğleden sonrasıydı, üç yıldır her pazar öğle sonrası olduğu gibi beraberdik. "Bilmem."

Aslında bilmesi gerekirdi, bir aydır her pazar bunu anlatıyordum.


Üç yılda birkaç şey değişmişti. Yurt odası büyük bir teras olarak değişmişti, eski arkadaşlıklarımız yok olarak değişmişti, şehir meydanı birkaç ağaç dikilerek değişmişti, birkaç mahalle kentsel değişmişti, Antarktika'da buz dağları eriyerek değişmişti, gökyüzü değişmişti, yeryüzü değişmişti, bazı yönetimler değişmişti, düşünceler değişmişti, biraz da o büyüyüp değişmişti; bir ben bir de pazar günleri yerimizde saymıştık.


"Anlatayım o zaman, bir zamanlar bir çingene genç kız varmış. Mutlu bir evliliğin hayaliyle yaşarmış. Bir gece, şafak vaktine kadar Ay'a yalvarmış ona evlilik vermesi için, Ay demiş ki, 'Sana hayal ettiğin evliliği veririm ama doğacak ilk çocuğunu alırım.' Ay da anne olmak istermiş çünkü. Genç kız kabul etmiş, ay sözünü tutmuş. Ona mutlu bir evlilik vermiş ve kız hamile kalmış. Dokuz ay geçmiş ve çocuk doğmuş. Bembeyazmış çocuk. Saçları beyaz, kaşları beyaz, teni beyaz; gözleri gri... Adam çocuğu görünce sinirlenmiş. Kendisi esmer, anne esmer ama çocuk beyaz. Açmış ağzını..."



Durdum. Fark etmedi bile durduğumu. Normale göre küçük bir terastaydık, karşımızda bir mahalle duruyordu. Çocuklar dışarıdaydı, bir taşı kaldırımın az ötesine koyup kale yapmış futbol oynuyorlardı. Deniz'e baktım. Arada mahalleye, bazen de bana bakardı; bana bakarken yakaladım. Tuttum bakışlarını. Değişmişti işte, bakışları bile değişmişti. Keskin bir değişim değildi. Deniz hep az düşünürdü, stressizdi. Deniz hep çevresine yardım ederdi, Deniz hep sevilirdi, Deniz hep yalanlar söylerdi, hep dersleri iyiydi, hep aynı şekilde otururdu; sırtı dik ve gözleri gözlerimde. Deniz hep dağınıktı, Deniz hep hırslıydı, Deniz hep kıskançtı, Deniz hep gamsızdı, Deniz hep direkt konuşurdu, Deniz hep ne yapacağını bilirdi. Deniz hep...

Neyse, hâlâ böyle. Ama değişti. Deniz beni dinlerdi; sabahtan geceye, geceden sabaha kadar konuşsam da dinlerdi. Gözleri meraklı olurdu, anlattığım şey en önemsiz şey de olsa.


Bomboş bakıyordu şimdi. Alnına düşen kahverengi saçları arasından koyu gözleri yıldızsız bir uzay gibi bomboş bakıyordu. Kafam doluydu benim de, ruhumu boğazlıyorlardı. Kalbimi ince ve güçlü bir iple sıkıca sarmış, belirli aralıklarla çekiyorlardı. İp kalbimi yaralıyordu ama ben ağzımı açıp da tek kelime edemiyordum. Sıkıntıydı bu, sıkıntı. Ağzımı açtım ve bu sefer efsane değil de sıkıntım aktı sözlerimle,


-Kafam çok dolu. Boş dersteki bir sınıfın gürültüsü gibi sesli, mutlu, karmaşık. Yüzlerce sanatçı aynı anda konser veriyor bazen. Bazen eski sanayi tipi dikiş makineleri çalışıyor kafamda. Ama bazı zamanlar hepsinden kurtuluyorum, hafifliyor. Ben ve zihnim kalıyoruz ki bu en beteri. Hayır, dur bunu anlatmayacaktım. Adam, diyordum almış bıçağı onu aldattı diye benim zihnime saplamış. Kan akmamış ama zihin soyuttur ya. Hava soyut mudur? Ya bak... Aman, karıştırdım işte!


Derince nefes aldım, kalbime ip tekrar dolanmıştı. Gözlerim yanıyordu. Kafamı geriye atıp gökyüzüne baktım.


"Ya ben aslında ben olmak istemiyorum. Ama başkası olmak da istemiyorum. Pek haz etmiyorum kendimden. Mesela çok düşünüyorum bazı şeyleri. Telefonla konuşmak için iki saat kendimi hazırlıyorum. Çabuk... Çok çabuk bunalıyorum. Dayanıksız, güçsüzüm. Bazen fazla kafamda kuruyorum her şeyi hatta herkesi. Geçen bir arkadaşıma mesaj yazdım, uzunca bir mesajdı. Arkadaşımla da görüşmüyorduk çoktandır. Of ters anlattım yine, neyse görüşmüyorduk bayağıdır işte, mesaj atarken o kadar heyecanlandım ki yarım saat midem kasıldı. İki saat cevap vermedi mesajıma. Beni unuttu sandım, mesaj atmamdan hoşlanmadı sandım, benimle artık konuşmak istemediğini düşündüm. Hatta o kadar çok korktum ki bildirimi görünce 'Kurtulmuştum sonunda, yine yazdı bu.' demesinden. Sonra geri mesaj attı meğersem mesai saatlerinde telefonu almaları yasakmış. Hatta yazmama çok sevinmiş.

Ya ben yine gereksiz şeylerden bahsediyorum bak ama bu gereksiz şeyler beynimi çok dolduruyor. Geçenlerde de komşu teyze elimde büyük çöp poşetiyle gördü beni. Taşımaya zorlanıyordum, eski kıyafetleri atacaktım çünkü. Neyse çok korkuyorum işte, ya beni çok kirli birisi sanıyorsa. Tüm dünya beni yanlış anlayacak ve ben bunu düzeltemeyecekmişim gibi geliyor Deniz. Tüm evren için bir yükmüşüm gibi hissediyorum. Neden varım ki ben, buraya katkım ne, benim herhangi bir vasfım mı var? Sinek gibi bir şeyim hatta sinekten daha değersiz."



Zihin süzgecim yırtıldı. Kurduğum cümleler o kadar bulanıktı ki ben bile anlayamadım. Top kale kavgası yapan çocukları izledim bir süre. Süzgeci tamir edebilmek için bulutlara baktım. Kafamın uçukluğu geçince devam ettim,

-Ya aslında çok da kötü değilim. Şu çok düşünme işinden kurtulmam lazım. Belki çevremi bu kadar önemsemeseydim olmazdı. Ama hep böyle dediler ya bana, hep dışarısı önemliydi ya, o yüzden hep benim hakkımdaki fikirler önemli ya yanlış olmaması gerek. Olmasın ya! Ben iyi biriyim, doğru tanısınlar beni. Of, süzgeç yırtıldı yine! Yırtılsın ya, atacağım çöpe o süzgeci.


Hep dışarısı önemliydi.


"Dışarısı hep önemliydi ve onlar hiçbir zaman ben onlara aitmişim gibi hissedemediler. Belki de, belki de beni yargılamak yerine kabullenselerdi kendimi severdim. Belki beni dinleselerdi kendimi severdim. Sen dinlesen de severdim ki sen bile dinlemiyorsun beni.

Hâlbuki ben sizdenim, sizin bir parçanızım. Bu durumda Ay'ın Oğlu gibi hissediyorum kendimi. Doğduğu toplum onu kabul etmediğinden aya yamanan bir çocuk."


Müezzinin sesi semaya yükseldi. İkindi ezanı boyunca konuşmadım. Deniz hafifçe öne eğildi, bakışlarını göğe çevirdi. Bir şey düşünmüyordum. Hayır, düşünmüyor değil düşünemiyordum. Kalbimin tüm sorunlarını bir duvara dökmüştüm işte, düşünmeye ne hacet? Ezan bitip de mikrofonun kapanma sesi yankılanınca Deniz konuşmaya başladı,

-Adam demiş ki "Sen esmersin, ben esmerim. Bu beyaz çocuk nasıl bizdendir? Sen beni aldattın." ve öldürmüş kadını. Bebeği de alıp ormana bırakmış. Ay'ın albino oğlu. Ay almış bebeği, büyütmüş. Çocuğun ruh hâline göre değişirmiş Ay. Bazenleri beşik olurmuş onu avutabilmek için. Sonraları anlaşılmış hikâyenin aslı. Albino bir bebeği bilgisizlikten dolayı ormana bırakan ailenin hikâyesi.


Deniz ona bir aydır anlattığım, konuşma başında bilmiyorum dediği hikâyemi bitirdi. Benim ona bir aydır söylediğim cümleleri birebir kurdu. Deniz beni hep dinlerdi. Gözlerim doldu, yanağımda birkaç gözyaşı iz bıraktı. Deniz gülümsedi,

"Korkma Toprak, senin Ay'ın benim."