Kollarımın arasındaydı işte. Bir bank, etrafımızdan geçip giden insanlar ve biz. Onu dinlemek, onu izlemek istiyordum. Bağdaş kurduğum dizlerime uzandı ve kaygılarını anlatmaya başladı. Kendini idrak etme halindeydi. Bunları anlattırıyordum çünkü sese dökülemeyen, ağızdan çıkamayan bir kıymık gibi saplanır beyne. Ben bir kurtarıcı değilim elbette. Sadece dinlendiğini, anlaşıldığını bilmesini istedim. Ay ise tam yukarıda tepemizde tüm göz alıcılığıyla parlıyordu.

Ama farklı bir şey vardı. Ay, tüm ışığını onun sağ yanağına yansıtıyordu sanki. Müphem bir his sardı beni. Ay ile bir bütün olmak istiyordum. Ve onun yanağından sızan ışığı öpersem bunu başaracağımı düşündüm. Fiziksel değil, ruhani bir geçiş haliydi bu. Belirli aralıklarla birkaç kez nazikçe öptüm yanağından. Artık ay onun tüm yüzündeydi. Bilhassa gözlerine doluyordu, gözleri hiç olmadığı kadar ışıltılıydı. Elimi onun canını acıtma korkusuyla yüzünde dolaştırıyordum. Onun yüzünde kocaman bir tebessüm, benim parmak uçlarımda bir karıncalanma vardı. Işık bir sarmal halinde bana da bulaşıyordu artık. Her şey kararıyor, bir biz göz kıstıracak derecede parlıyorduk. Ay, geri kalan her şeyden ışığını çekmiş, sadece bizim oturduğumuz bankı aydınlatıyordu.

Bunun sonsuza dek sürmeyeceğinin farkındaydım elbette. Belki ışık hiç peşimizden ayrılmayacaktı, belki de hiç uğramayacaktı bir daha. Ama bunun bir önemi yoktu. O ışığın hatırası her şeyi aydınlatmaya yetecek gibiydi. O saniyeler bizimdi, sadece bize ait. Üstelik mesele ay ile bütünleşebilmek de değildi, sarmalamasına izin verebilmekti sadece. Yaşamaktı. Ânı...