Marmara’da bir kasabada güneş batmaktadır. Kasabanın tamamını kaplayan ayçiçek tarlasının yanında, küçük kulübede iki küçük kız, kızların babası ve kızların doksan yaşındaki nineleri yaşamaktadır. Baba çiftçidir, ailenin geçimini sağlamak için harmanladığı ekinleri şehre götürüp satmaktadır. Bir gün baba, harmanladığı ekinleri traktörüne yerleştirir, kızlarını öper ve annesine kızları emanet edip şehre doğru yola düşer. Bunu fırsat bilen kızlar, babalarının asla izin vermediği ayçiçek tarlasının etrafında koşuşturup dans etmek için sürekli uyuyan ninelerinden fırsat bulup kulübeden tarlaya doğru kaçarlar.


Rüzgarın hafif esintisiyle ayçiçekleri süzülür, güneş iyice batmıştır. Güneşin kayboluşunu huzur içinde izleyen kızlar, o sırada onlarca karganın çember yapacak bir biçimde uçarak bağırdıklarını fark ederler. Küçük kız sağır ve dilsizdir, sadece ıslık çalabilmektedir. Ablasının ıslık çaldığını görünce o da bir ezgi tutturur. O sırada yaralanmış bir gelincik, kızların tam yanından hızlıca geçip ayçiçek tarlasının içinde kaybolur, aradan çok kısa bir süre sonra iri kıyım bir sansar gelinciği yakalamak üzere tarlanın içine dalar. Bunu gören kızlar, sansarın yakaladığı anda gelinciğin eceli olacağını bildiklerinden el ele verip hayatlarında hiç görmedikleri ayçiçek tarlasına dalarlar. Gelincik ve sansar onlardan oldukça uzak olmasına rağmen uzaktaki hareket eden ayçiçeklerinden yerleri belli olmaktadır. Kızlar saatlerce gelinciği kurtarmak için koşarlar, o sırada bulutlar çıkmaya başlar. Tarlanın merkezine doğru gidildikçe ayçiçekleri sıkılaşmaktadır. Kızlar artık zar zor hareket etmektedirler, ayaklarına kara sular inmiştir. Havanın gözü yaşlıdır, birden bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başlar. Tarlanın en merkezinde sansar, gelinciği kapana sıkıştırır. Gelinciğin hiçbir çıkış yolu kalmamıştır. Tam o sırada vahşi sansar gelinciği parçalayacakken kızlar Hızır gibi yetişip sansara iki büyük taş fırlatırlar. Canının derdine düşen sansar, tarlanın derinliklerinde gözden kaybolur. Kızlar gelinciğe iyi olup olmadığını sorarlar. Gelincik, “Kızlar, size canımı borçluyum. Bu hain sansar canımı elimden almak üzereydi. Şimdi dileyin benden ne dilerseniz.” der ve ardından kızlara uzun uzun sarılır. Gelinciği kurtarmanın sevinciyle kızlar mutluluktan havaya uçarlar. Kızlar, eve gitmek istediklerini söyleyince gelincik bunu kabul eder ve yola koyulurlar. Saatlerce birbirleriyle sohbet ederler. Gelincik herkes tarafından dışlandığını, hor görüldüğünü hatta kendi annesi tarafından bile reddedildiğini anlatarak kızlara içini döker, bu hikaye kızların kalplerine dokunur, sonrasında büyük kız da gelinciğe kalbini açar; annelerinin ani ölümünü, kardeşinin nasıl duymayı yitirdiğini anlatır. Böylece ortak acılarını birbirleriyle paylaşırlar. Birbirlerine şakalar yapıp danslar eden bu üç kafadar yollarına devam ederken ay güneşi selamlayıp yerini almıştır, yağmur dinmiştir. Tarlada duyulan tek şey baykuş sesi ve rüzgarla birlikte süzülen ayçiçeklerinin sesidir. Gelincik ve kızlar, saatlerdir yol almalarına rağmen yollarını hâlâ bulamamışlardır. Bu yolculuk yüzünden acıkan kızlar, ceplerindeki kuruyemişleri yemeye başlarlar. Sonra bir anda gelincik kızların elindeki kuruyemişleri alır ve “Eğer şimdi bu kuruyemişleri yerseniz yakında yiyecek hiçbir şeyimiz kalmayacak. Ben en iyisi bu kuruyemişleri alıp tarladaki hayvanlarla değiş tokuş edeyim, belki böylece dişe dokunur bir şeyler bulabilirim.” der ve kızlara oldukları yerde kalmalarını, onu beklemelerini, aksi takdirde onu bulamayacaklarını tembih eder ve tarlanın derinliklerine karışır. Kızlar saatlerce gelinciği aç susuz beklerler. Açlıktan ayçiçeklerini yemeye çalışırlar ancak ayçiçekleri yenilecek gibi değildir. Küçük kız, ablasına işaret diliyle çok aç olduğunu ve yorgunluktan gözlerini bile açamadığını söyler. Abla da kardeşine yakında gelinciğin geleceğini, gelirken de yanında bolca yemek getireceğini, eve vardıklarında da birlikte sarılıp uzun bir uyku çekeceklerini anlatır. Bunun üzerinden saatler geçer, sabah olur ancak gelincik gelmez. Öğleye doğru kız ve ablası oldukları yerde beklerken uzaktaki ayçiçekleri hareket etmeye başlar ve onlara doğru olan bütün ayçiçekleri hareketlenir. Kızlar gelinciğin geldiğini düşünürler ancak durum farklıdır, gelen iki tane iri kıyım sansardır. Sansarlardan biri bizim gelinciği kovalayan sansardır. Sansarlara karşı koyacak gücü olmayan kızlar kaçmaya başlarlar, kaçabildikleri kadar kaçmaktadırlar. Bir zamandan sonra büyük kız yere düşer, kardeşinin de yere düştüğünü düşünerek kardeşine bakmak ister ancak kardeşi ortada yoktur. Etrafına telaşla bakan kız, kardeşinin olmadığını fark edince dizlerinin bağı çözülür. Kardeşi dilsiz ve sağırdır, yardım almak için bağıramaz ya da yardım için bağırılan sesleri duyamaz. Bu durumda ne yapacağını bilemeyen abla iki gözü iki çeşme ağlamaya başlar. Kalbi paramparça olan kız, işe yaramayacağını bilse de bağırmaya, sesini ona duyurmaya çalışır. Minicik vücuduyla kilometrelerce yol kateder ancak görebildiği tek şey ayçiçekleridir. Kardeşinin izini tamamen kaybeden kız olduğu yere oturup tekrar ağlamaya başlar, kardeşi bu hayattaki en değerli varlığıdır. Yerinde oturup ağlamaya devam ederken kardeşinin ilk adımlarını, ilk kez ıslık çalışını, sarı saçlarının buklelerini, onunla ettiği onlarca dansı hatırlar. Sessizce ağlarken olduğu yere yığılır. Gözlerini açtığında karşısında altı tane kocaman sansar görür, parmağını bile kıpırdatamayan kız artık son anlarında olduğunu düşünür. Sansarlar kızın etrafını çevirirler ve yanına uzanırlar, kızın gözyaşlarını silerler, kıza bolca meyve ve yemiş getirirler, açlıktan ölmek üzere olan kız tıka basa hepsini yemektedir. Kız o sırada buna anlam veremez. Bunca zamandır hem kovaladığı hem de kaçtığı sansarlar ona neden iyilik etmektedir? Kız, kuvvetini tekrar kazanınca sansarların en büyüğüne neden kendisine iyilik yaptıklarını sorar. Sansar, kızı gelincikle olan kovalamacadan tanıdığını, gelincikle birlikte gittiklerini görünce uyarmak için geri döndüğünü ancak kızların onu ve arkadaşını görünce kaçıp gittiğinden yakınır. Gelinciğin bir hırsız ve dolandırıcı olduğunu, onlarca civciv ve sansar yavrusunu telef ettiğini, geldiği hayvan topluluğunun düzenini bozup kovulup farklı farklı kasabalardaki hayvanlardan yararlandığını anlatır. Bu kasabaya gelmeden önce dokuz köyden kovulan gelincik, buraya gelip çevirdiği dümenlerden sonra yakalanıp kasabadan sürgün yemek üzere kovalanmıştır. Dünyası başına yıkılan kız, gelinciğe nasıl bu kadar kolay güvendiklerini düşünür. Kızgındır ancak kardeşinin acısı kıza çok ağır gelmektedir. Kardeşi hâlâ ortada yoktur. Dili döndüğü kadar kardeşinin kaybolduğunu anlatmaya çalışır kız. Kızı dinleyen sansarlar tarlada yaşayan bütün hayvanlara haber verir; sincaplar, kargalar ve diğer sansarlar küçük kızı bulmak için kafa kafaya verirler. Tarlanın her yerinde karış karış aranan kız açlıktan ve susuzluktan ölmek üzeredir, birden yukarı baktığında kargaların çember yapacak şekilde uçarak döndüklerini görünce ablasının yaptığı gibi kalan gücüyle ıslık çalmaya başlar. Kızı arayan kargalar ıslığı takip edince küçük kızı bulurlar ve ablasının yanına götürürler. Küçük kız, ablasını görünce gözlerinden damla damla yaşlar akmaya başlar ve ablasının da gözü dolar. Uzun uzun sarılırlar sanki birbirlerini hiç bırakmayacakmışçasına.


Ablası kardeşinin sarı bukleleriyle oynar, küçük kız ablasının kucağında yatarken ona işaret diliyle onu her şeyden çok sevdiğini söyler. Sansarlar, kargalar ve sincaplar küçük kıza bolca yemiş ve meyve getirir. Kız da ablası gibi tıka basa yer. Küçük kız gücünü toplayınca ona yardım eden bütün hayvanlara kendi tutturduğu bir ezgiyle ıslık çalar, abla da bütün hayvanlara teşekkür eder. Hüzünlü bir vedalaşmadan sonra kızlar, sansarlar ve sincaplardan ayrılır ve kargalar eşliğinde ıslık çalarak evin yolunu tutarlar. Rüzgar, ayçiçeklerini adeta dans ettirmektedir. Kızlar, kargaların eşliğinde ayçiçek tarlasından ayrılırlar. Kargalar çember yapacak bir biçimde uçarlar, kızlara bu şekilde veda edip birer birer ayrılırlar.


Kızlar tarladan çıktıklarında babalarının traktörünün hâlâ yerinde olmadığını, hatta buradan ayrıldıkları andaki gibi güneşin battığını fark ederler. Kulübeye girdiklerinde nineleri hâlâ uyumaktadır. Her şey olduğu gibidir, takvim yaprakları değişmemiştir, babaların traktörünün izleri yenidir. Aradan birkaç saat geçince babaları traktörle eve döner. Kızlarına tekrar sarılıp öper. Baba, “Sizi birkaç saat bırakmaya gelmiyor, özlüyorum sizi kuzuların benim.” der, kızlar da babalarına sıkıca sarılırlar. O sırada dünyadan haberi olmayan nine, zıplayarak yerinden uyanır. Bunu gören kızlar, çatlak ninelerine gülmeye başlarlar, babaları da onlara katılır. Ay tekrar çıktığında bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaktadır. Terasa çıkan kızlar, yanlarına aldıkları sıcak çayla ayçiçeklerinin rüzgarda süzülüşünü izlerler. Ortam çok sessiz ve huzurludur, duydukları birkaç karga sesiyle birlikte kızlar ıslık çalmaya başlarlar. Bu hoş ezgiyle birlikte ayçiçekleri de adeta ezgiye ayak uydurmuş, dans etmektedir.