Suyun dinginliğinde akıp giden bir vapura bindi bedeni. Sessizce süzülüp geçti insanların içinden. İki gündür bir lokma girmeyen karnı guruldamaya başlarken gözleri çoktan uzaklara dalmış, zihnine çöken yorgunlukla savaşıyordu. Niye gelmişti bu dünyaya? Ayçiçeği tarlasında işçilik yaparak geçinmeye çalışırken elini doğru düzgün sevgiyle tutamamış ailesi, seneler önce depremde bu dünyaya veda ettiklerinde başlamıştı yalnızlığı. Göçüğün altında kalan evlerinden geriye sadece sessiz vedalar ve güneşe sırtını dönmüş ayçiçekleri kalmıştı. Griliklerle dolu hayatı bir anda karanlığa gömülmüş, yalnızlığının sonsuzluğa attığı her adım canını daha çok yakıyordu.


Sahi kimdi o? Saçları hiç okşanmamış, sevilmeyi televizyonun siyah beyaz buğulu ekranından öğrenmeye çalışan o masum çocuk, hayatı hangi renginden yakalarsa bir anlamı olabilirdi ki? Ayçiçeği tarlalarında koşturup gecekonduların arasına döndüğü kısa hayatı, ustasının yanında kaldığı günlere evrilince anlamıştı bu dünyanın acımasızlığını. Mahallenin terzisi acıyıp yanına almıştı onu. Geçmişini, yaşayamadığı çocukluğunu ve güneşe küsen ayçiçeklerini düşünüp durmak zihnini yormaktan başka bir işe yaramıyordu. Yirmi beş yılını içsel mukayeseleriyle ölçüp biçtiği dönem ne zaman bitecekti kim bilir?


Başına geleceklerden habersiz, güçlü bir aileye doğamadım ama güzel bir aile kuracağım, diye söz vermişti kendine. Evlenmek üzere olduğu sözlüsünün dört ay önce onu başkasıyla aldattığını öğrenmişti. Yıkılmıştı ama sarılacak birini bulup ağlayamamıştı bile. Üç gün mezarlıkta kalmış, babasının yanına kıvrılıp için için ağlamıştı. Böyle zamanlarda en çok babasının şefkatli sesini özlüyordu. "Gücünü yitirme oğlum, mutluluğu içinde ara, ancak o zaman gerçek mutluluğa ulaşabilirsin." deyişi kulaklarında çınlar dururdu. Keşke yaşarken sevgisini daha çok hissettirebilseydi babası. Gün sonunda bir ayçiçeği koparıp kendisine uzatan babasının "Hadi bununla güneşin yönünü bul." deyişi geldi aklına. Uzaklara dalan gözleri aniden buğulandı. Çok geçmeden vapurun sesiyle irkilip kendine geldi.


Yirmi beş yılını geride bıraktığı memleketinden üç saat uzaklıktaki bu şehir, neşesini hiç yitirmemiş bir çocuk gibi cıvıl cıvıldı. Tanımadığı onca bakış arasında yeni hayatına adım attığı bu şehirde elindeki ayçiçekleri, güneşin yönünü bulmak için ona rehberlik edecekti.