Meryem kendi elleriyle sardığı böreği fırına koyarken seslendi: "Kayra! Haydi çık yukarı da babanı uyandır oğlum. Börek pişene kadar anca kendine gelir zaten." Annesinin kucağında siftahı yapan Kayra bu sefer de merdivenleri koşarak babasına vardı. Aralık olan yatak odasının kapısını hızlıca açarak içeriye daldıktan sonra bir hamle ile babasının üzerine atladı: "Günaydın babacığım!" İsa hiç ses vermedi. Kayra çocukça eğlenmesine devam ederek babasıyla oynamaya başladı. Tam durduğu sırada İsa doğruldu ve bir hışımla Kayra'yı üstüne örtülü olan yorgana sardı: "Günaydın oğlum! Nasılmış babaya saldırmak! Gel bakayım buraya." dedikten sonra bir süre boğuştular. Yavuz kapının önünden geçerken göz ucuyla babasını ve Kayra'yı oynarken gördü. Aile fertlerini böyle mutlu görmek Yavuz'u da her zaman mutlu ediyordu. Kendi küçüklüğü ile Kayra'yı kıyasladığında davranış bakımından çok fazla farklılıklar vardı elbet. Zamanında Yavuz'un babasına şaka yoluyla bile olsa söylemeye cesaret edemeyeceği şeyleri Kayra rahatlıkla dile getirebiliyordu. Abisinin aksine hiçbir sorununu içinde tutmaz, mutlaka abisi ile ya da ailenin diğer üyeleri ile sorunlarını paylaşırdı. Çok büyük sorunlar değildi bunlar elbette ama çocuk işte... Kendi dünyasında kim bilir ne dertleri var. Kendisinin aksine kardeşini böylesine açık sözlü ve kendine güvenir bir şekilde görmek Yavuz'un çok hoşuna gidiyordu. Aslında Kayra'ya bunları öğreten de bir nevi abisi Yavuz'du. İsa, Kayra'yı omzuna aldıktan sonra yüzünü yıkayarak kahvaltı sofrasına geçti. İsa'nın sofraya oturduğunu gören Meryem elindeki börek tepsisini masaya bırakarak Yavuz ve Zeynep'e seslendi: "Kahvaltı hazır! Haydi toplanın artık!" İsa ekledi: "Bir dakika içerisinde burada olmazsanız böreği bitiririm. Kimseye bırakmam!" Kayra elinde tepsiden aşırdığı börek ile bir yandan böreği kemiriyor bir diğer yandan kıkırdıyordu. Babasının bu esprili nidaları ona her zaman komik gelmişti. Herkes sofrada toplanınca kahvaltı etmeye başladılar. Meryem çayları tazelerken Kayra'ya bir an önce kahvaltısını bitirip dershane çantasını hazırlamasını tembihledi. Evin en küçüğü olmasına rağmen haftanın en yoğun programı Kayra'ya aitti. "Tamam Anne!" dedikten sonra sütünden son yudumu da alarak masadan ayrıldı. Yavuz söze atıldı: "Bugün dışarıda işim çok. Akşama geç geleceğim. Yemeğe beklemeyin. Önce birkaç arkadaşımla buluşacağım. Sonra çarşıdan almam gerekenler var. Siz de bir ihtiyacınız varsa söyleyin gelirken alırım." Kayra yan odadan bağırdı: "Sakıııız!" Her zamanki gibi herkesi gülümsetmişti bu cevabı. Yavuz'un söylediklerinin üzerine babası sadece "Tamam oğlum, harçlığın var mı?" demekle yetindi. "Sağ ol, var baba" dedi Yavuz. Sıra annesindeydi... "Kiminle buluşacaksın? Nereye gideceksin? Ne alacaksın? Önce bir baksaydın, evde vardır belki. Saat kaçta döneceksin?" Yavuz sıkılgan bir ifadeyle: "Ne yapacaksın anne kim olduğunu, ne alacağımı. Çay saatine (21.00) gelmiş olurum işte. Bir isteğin var mı sen onu söyle." Meryem: "Yok oğlum bir isteğim... Akıllı ol! Fena insanlardan uzak dur." diyerek sözlerini bitirdi. Dursun durmasına da kimdi bu fena insanlar? Kime göre fenaydı? Yavuz gerçekten bir gün annesinin tasvip ettiği şekilde bir arkadaş bulabilecek miydi? Yavuz'un hiç ümidi yoktu. Çok fena arkadaşları yoktu zaten. Aslında çok arkadaşı da yoktu. Tabii ki de küçüklüğünden beri görüştüğü kişiler vardı fakat yakın arkadaşım diyebileceği insan sayısı çok azdı. Ortaokuldan Merih, Liseden Arya, Deniz ve Melisa, Üniversiteden Bekir ve Murat. Bu kadardı işte. İki elin parmaklarını geçmez. Yavuz da çayının son yudumunu aldıktan sonra Kayra'ya seslendi: "Haydi Kayra! Ben çıkıyorum. Bugün seni ben bırakayım da babam dinlensin biraz". Abisini duyan Kayra hemen kapının önünde hazır oldu ve ayakkabılarını giymeye başladı. Kendi çantasını da alan Yavuz kardeşiyle beraber evden ayrıldı.