Her gülümsemenin altındaki acıyı düşünürsek gerçekten duygulara güvenebilir miyiz? Uzun bir süredir sanırsam bu güvensizlikle yaşıyorum. Geçmiş ve geleceği temsil eden tahta parçaları ayaklarımın altındayken hangisinin neyi temsil ettiğini bilmeden adımlarımı atıyorum. Adımlarımı atarken ses çıkaran yarı çatlak hatta bazıları da kırılmış tahtalara rastlıyorum. Neden buradayım?


Beni buraya tam olarak ne getirdi?


Gözlerimi ilk açtığımda kahverengi tonların zihnime işleyen kalıntılarına rastlıyorum. Sonra bir koku geliyor burnuma, karmaşıklığı o kokuyla seziyordum. Bilinen karmaşıklıkta ilerlerken yol sanki daha çok kararıyordu ve aydınlığa dair umutlarımın yeşerdiğini hissettiğim anı, karanlıkta bulmaya çalıştığımı keşfettiğim o an beni tekrar oraya götürdü.


Tekrar bir tahtanın üzerindeyim, derin bir nefes aldım ama gerçekten o nefesin bana yeteceğinden şüpheliyim. Köprüden asılan bir ipi tuttum, elimle bileklerime sardığımda tüm vücudumu dolaşan bir hisle karşılaştım. Gözlerim, hissin verdiği dalgınlıkla kapandı ve vücudumun tepkilerini izledim. Sıcaklık karşılıyordu adeta bedenimi; dudaklarımda, omuzlarımda, avuç içlerimde güneşin beni karşıladığını, aydınlıkla buluşacağımın hissiyle gözlerimden düşen damlaların yanaklarıma inmesiyle buharlaşmasını hissediyordum.


Avuç içlerimdeki sıcaklık artarken canımı yakmaya başladığını anladım ancak bağıramıyordum. Gözlerim kapalı ve köprüden asılan ip, avuçlarımda hızla sürtünerek kayıp gidiyordu. Acı geçtiğinde hissin kalıntılarıyla karşılaştım. Avuçlarımda altın balık çifti belirdi, parıldayan ellerim mıknatıs gibi birbirini çekiyordu. İncelemeyi bırakıp ellerimi yukarıya kaldırarak birleştirdim. Belirsiz dağın ortasında buldum kendimi farklı bir tahta parçasının üzerinde. Üzerinde bulunduğum tahta sonsuzluğa ulaşan bir köprüyü temsil ediyordu fakat bir desteği bulunmuyordu. Arkamı döndüğümde kocaman dolunayın aydınlığı ile karşılaştım. Aydınlığı ile büyüleyen aya karşı arkamı dönerek gözlerimi kapattım ve aşağıda bulunan denizde yansımasına karşı kendimi bıraktım.


Daha çok yolumuz var mı?


Denizin derinliklerine doğru süzülürken ayağım bir tahta parçasına değer değmez gözlerimi tekrar açtım yine o eski köprüdeyim. Sorgusuzca bir adım daha attım bir şey olmadı. Bir kez daha attım ve birkaç kez daha… Yerçekiminin azaldığını hissettiğimde olduğum yerde durdum. Arkamı döndüm ve adım attığım tüm tahtalar kırılıp aşağıdaki belli olmayan uçuruma doğru gidiyordu. Bana doğru yaklaştığı anda tam adımımı atacakken ayağımdaki tahta parçasıyla havada süzülmeye başladık. Aşağıya düşerken yerçekimi aniden azaldı ve yavaşça süzülmeye devam ettim. Etrafımda onca tahta parçalarıyla aynı boşluktaydım.


Boşluk ne tarifsiz bir duyguydu. Eşsiz, ulaşılmaz ama ifade edilemeyen bir tarafı da vardı. Galiba tüm bu yolculukta bir boşluk vardı içimde veya herhangi bir yerde. Tüm o anları toplamak için etrafta süzülen tahta parçalarını topladım. Etraf karanlıktı ama aydınlığı da taşıyordu. Tahta parçalarını sırasıyla dikey bir şekilde dizdim ve üzerinden tekrar geçmeye başladım. Aha! O eski köprü. Bilinmeyen bir boşluğa karşı sanki farklı aydınlanmalar sağlıyordu.


Olduğum yerde durdum kıpırdamadan oturdum, zamanımın olduğunu düşündüm. Belki de aydınlık bana gelecekti. Ne zamandır oturuyorum hatırlamıyorum. Sanırsam aydınlığa ulaşmanın ümidini yitirmiştim. Her bir yolculuğun farklı bir döngüyü tetiklediğini de öğrendim. Örneğin, gözyaşlarımın buharlaştığı yolculukta farklı bir evrende bulutların yağışlarını tetiklemişti. Belki de durmak gerekiyordu, döngülerin sahibi olmak dışında bir duraksama.


Düşünmek üzerinde düşündüm uzun süre boyunca. Boşluğu yakalamanın bilinçsel yolunu bulmaya doğru adımlar attım. Üzerinde bulunduğum köprüyü gören bir yabancıyı gördüm uzaklardan. Bana doğru ilerledi ancak beni görmedi, o gün anladım; içimdeki boşluk ile birlikte aydınlanmayı keşfetmek isteyenlerin bir parçası olmuşum. Kuru hafif çatlak bir tahtanın öyküsü artık bir döngü olmuştu.


Hayatta da kendimizi bir tahta olarak görmemizde bir sakınca yoktur umarım.


Boşluğun içindeki doluluğu keşfedene kadar…