Aynı göğün altında iki dam, iki dünya. 

Buralarda yazlar çok sıcak olur. Gündüz bütün gün sıcaktan bunalan insanlar akşamları evlerinin damına çıkar serinlemek için. Dip dibe evlerde, birbirine benzer hayatlar fakat bambaşka hayaller göğe yükselir her akşam. Her damın sesi farklı, öyküsü farklı, tadı farklıdır. Her damın kendine özgü bir dünyası vardır. 

Biz de bu damı olan müstakil evlerden birinde otururuz. Her akşam maaile içilen çaylar ve edilen sohbetler eşliğinde gün biter, yeni güne başlanır. Yan evlerden, komşulardan başka başka sesler gelir o sırada; birinin çocuğu okul kazanır, birinin çocuğu iş bulamıyordur, birinin çocuğu düşmüştür geçenlerde, sargılıdır kolu. Sanki tüm mahalle birbirinin derdini bir başkasına anlatır, tüm sesler karışarak yükselir göğe. Tüm bunlar olurken damlardan birinden daha kısık sesler yükselir ve biz o sesleri duysak da anlamayız. Mülteci ailelerden birinin damıdır o. Cümbür cemaat oturur, konuşur ve gülerler. Her akşam bir gelenek gibi sürdürürler bunu ailecek ve ben hep merak ederim bu bambaşka dünyayı kabul edişi, etmek zorunda bırakılışı. 

Bu akşam, yine herkes dışarıda, herkes yine sohbetinde ve yine tüm mahallenin sesi karışıyor birbirine. Tüm bu seslerin içinde bir tını, bir renk, belki de soluk bir renk olarak karışıyor aramıza onların da sesleri. Hepimiz aynı göğün altında, aynı dünyaya başka sesler çıkararak devam ediyoruz. Aynı göğün altında iki damda, iki farklı dünyada yaşayıp gidiyoruz. 

Seslerimiz, sözcüklerimiz, hayatlarımız farklı ama göğümüz aynı.