Bu sabah da siyah kedinin üstüme zıplamasıyla uyandım. Bu sokağa yerleştiğim ilk zamanlar sokak hayvanları bana karşı oldukça tedirgin yaklaşıyordu. Siz de evinizi biriyle paylaşacak olsaydınız onu önceden çok iyi tanıdığınıza emin olmak isterdiniz elbet. Bu yüzden onların beni tanımalarına uysalca müsaade ettim. Onlara bir zararımın olmayacağından, tek isteğimin yanlarına kıvrılıp yatmak olduğundan emin olduklarında tedirgin halleri sona erdi. Hatta son zamanlarda iyice sırnaşık oldular dahi diyebilirim. Özellikle şu edepsiz siyah kedi.
Her sabah olduğu gibi belediyenin dağıttığı çorbadan almak üzere yola çıktım.
- Yahu kadın kendim için değil, annem için almam gerekiyor dedim ya!
- Bakın herkese yalnızca bir bardak verebilirim. Bana verilen talimat böyle, lütfen beni daha fazla zora sokmayın.
- Yardım gönüllüsüymüş, kıçımın gönüllüsü! Hepinizin yalnızca vicdanlarınızı rahatlatmak için burada olduğunu bilmiyor muyum sanıyorsunuz? Hiçbir şeye yardım ettiğiniz falan yok. Kendinizi kandırıp duruyorsunuz. Gece sıcak yatağında yatarken “Acaba o zavallı kadın sokaklarda başının çaresine nasıl bakıyordur bu saatte?” diye geçecek mi aklından? Geçmez. Alayınız oyuncusunuz. Elinize verilen senaryoya boyun eğmişsiniz, değiştirmenin mümkün olup olmadığını merak dahi etmemişsiniz. Oynadığınız rolün gerçekliğine öyle inanmışsınız ki. Gerçek kimliğinizi ne zaman hatırlayacaksınız? Hafızanızdan çekip çıkaramayacağınız kadar derinlere mi gömdünüz yoksa? Hayat sahnesinin süslü bebekleri sizi!
Firuzan’ın bir yerlerde birileriyle kavga etmesi şaşılacak şey değildir. Zamanla alışırsınız kavgasına, gürültüsüne. Annesiyle birlikte darülacezede yaşadığı hayat ona öyle acı gelir ki, hayata beslediği öfkesi içine sığmaz. Dışına taşınca da işte böyle suçsuz insanları, sırf ondan daha şanslı doğmuş oldukları için doğduklarına pişman eder. Asıl öfkesi onlara değildir elbet. Hayatın bu adaletsizliğine öfkelidir. Hayatı eline alıp bir güzel pataklayamadığı için de hıncını gücünün yettiğinden çıkarmaya kalkar.
- Tamam Firuzan yeter, az kaldı kızı ağlatacaksın.
- Bırak Tevfik! Ağlanacak halde olan ben değil miydim? Bu kızcağız ağlamasın diye düşünecek kişi de mi ben oldum yoksa? O halde çorba arabasının arka tarafına ben geçeyim de bu tarafa o gelsin.
- Ben bugünkü çorbamı sana vereyim, annene götür. Zaten pek aç değilim bu sabah. Olur mu Firuzan?
- Otur iç çorbanı Allah aşkına Tevfik. Annemi orada aç koymuyorlar herhalde. Ama verdikleri kahvaltı da amma tatsız oluyor. Dün gece söz vermiştim ona sabah çorba getireceğim diye. Hafızası iyice gitti zaten, verdiğim sözü hatırlayacağından şüpheliyim.
- Bir banka oturup konuşmadan çorbalarımızı içtik. Göz ucuyla Firuzan’a baktım:
- Hayat sahnesinin süslü bebekleri ha? Amma da süslü laflar öğrenmişsin Firuzan. Hayatımda duymadım böyle tabir.
Firuzan dudağının kenarıyla güldü:
- Darülacezede yapacak iş mi var Tevfik? Sürekli kitap okuyorum. Ben de öğrendim herhalde birkaç süslü laf. Sana da getireyim sen de oku hatta. İşe yarar bir iş yapmış olursun belki.
- Biliyorsun ben çok okudum o kitaplardan Firuzan. Bak şimdi bana, nasılım? İşe yarar bir adam gibi gözüküyor muyum gözüne? Bizim hayatlarımızı alsınlar da kitap diye bassınlar. Artık okur olacak değil, yazar olacak insanlarız biz.
- Güldürme beni Tevfik. Beş para vermezler bu evsiz filozofun zırvalarına. Seni aşağılamaya çalıştığımdan değil. Bak sokaktan geçen birini çevir de sor, herkes hayatının roman olacağına inanır. Kaç milyarlık dünyada herkesin bu kadar önemli olduğuna inanması ne acayip şey (elindeki boş çorba bardağına bakarak bir süre düşündü) olmaz da demiyorum aslında, olur mu olur. Ama öyle de anlamı kalmaz artık. Hangi birini okuyacaksın?
Firuzan’ın ağzından çıkacak olan her kelime daha ortaya çıkmadan etkisi altına alıyor beni. Her seferinde büyük bir heyecana kapılıyorum. Sanmayın ki bu kadın bu denli sevilesi biridir. Tanısanız “Manyak bu!” der, çeker giderseniz. Gördünüz ya çorba dağıtan kızı doğduğuna bin pişman etti. Firuzan’ı anlamak için onu benim gibi tanımak lazımdır. Onun her hareketinin, ağzından çıkan her kelimenin asıl manasını görürüm ben. Firuzan bunu iyi saklar. Öfkesini duygularına kalkan eder. Duygularını saklayınca güçlü olacağı yanılgısına kapılmıştır. Bunun için ona kızmak da kimsenin haddi değildir. Hiçbirimiz kendiliğinden delirmedik ne de olsa. Bizleri delirttiler. Firuzan duygularını kalkan altına almayı, duygularını göstermeye çalışmaktan yorulunca öğrendi. Onunla yollarımız ilk kesiştiği zaman ben de ondan pek hoşlanmamıştım.
Yeni yeni sokakta yaşamaya başladığım zamanlardı. Havalar yavaştan ısınmaya başlamıştı. Gece yarısı, kartonları altıma almışım, battaniyemi örtünmüşüm. Bir anda bir kadın sesi:
-Buraya fazla alışma kardeş, sahipsiz sandın herhalde.
Gece yarısı yattığım köprü altında kadın sesi duymaya alışık olmadığım için aniden irkildim. Kadına baktım. Evsize benzer bir hali yoktu. Ne demek istediğini anlamadım.
-Böyle bakışmaya devam edecek miyiz gece boyu? Kalk da bir ateş yakalım, battaniyelere bürünmüşsün keyfin gıcır tabi.
-Ne oluyor hanımefendi? Kimsiniz siz?
-Hanımefendi mi? Nerenin entel evsizisin sen böyle? Hanımefendilik bir yanım yok benim, senin gibiyim ben de korkma. Ya da istersen kork, seni yerinden etmeye geldim sonuç olarak.
- Üstüne başına bakınca köprü altında kalacak birine benzemiyorsun. Ne diye beni yerimden etmeye geldin?
- Üstüm başım perişan değil doğru. Sokakta yatmak için ille de perişan olmak mı gerekir diyorsun? (Eliyle tişörtünün yakasını aşağı doğru çekti) Burada asıl perişanlık. Sığınma evinde benim gibi “aciz” kadınların suratına bakmaktan perişanlık geldi. Bin tane acı dolu surat. Kalamıyorum orada ben. Tam evsiz olmamak için bırakamıyorum da. Artık nisan geldi, havalar ısınmaya başladı. Kaçıp kaçıp senin bu köprü altına gelirim yaz aylarında. Ha senin dediysem lafın gelişi aman fazla sahiplenme. Kendine başka yer bulacaksın artık kardeş. Bugünlük kovmadım seni bak insafsız sanma beni sakın. Yarından sonra sana yol görünür.
Hiç de iddia ettiği gibi içi perişan falan gözükmüyordu bu kadının. Perişan insan hiç böyle sırtı dik, başı önde, yabancı insanlarla bu kadar kendinden emin konuşabilir mi? Kalacak sıcak yeri var, gelip benim kartonlarıma göz koymaya kalkıyor. Akıl alacak iş değil. Yine de akıl sağlığının sağlamlığını bilmediğim için onu kızdırmamaya çalıştım. Elimi uzattım:
-Tevfik ben.
Bir suratıma bir de alaycı gözlerle elime baktı, dudağının kenarıyla gülümsedi. Elimi sıkmadan “Firuzan.” dedi. “Seninle arkadaşlık etmeye gelmedim.”
Benimle daha fazla konuşma gereği duymayarak köprü altının karşı tarafına geçti. Sırt çantasından çıkardığı örtünün birini altına birini üstüne serdi. Öylece yattı. Bense gözlerimi ondan ayırmadan kalakalmıştım. Yaşanılan şeyi idrak etmeye çalışıyordum. Köprünün diğer tarafına doğru bağırdım:
- Hiçbir yere gitmeyeceğimi iyi biliyorsun değil mi?
Ses gelmedi. Ben de uyudum.
Sabah uyanınca Firuzan’ın hala orada olup olmadığını kontrol etmek için köprünün diğer tarafına gittim. Oradaydı. Uyuyordu. Başında dikilip gece yarısında iyi göremediğim suratını inceledim. Göz altları çökmüştü. Alnındaki ve ağız kenarlarındaki kırışıklıklar muhtemelen yaşına göre çok fazlaydı. Fakat yine de gördüğüm birçok evsizin aksine uyurken gergin gözükmüyordu. Sokakta uyumak sürekli tetikte olmak demektir. Yarı uyur yarı uyanık halde olmak zorundasınızdır, bu yüzden uyurken dahi suratınıza bir ciddiyet hakimdir. Firuzan ise sıcak yatağında yatıyormuş gibi huzurlu gözüküyordu. Ben bunları düşünürken bir anda gözleri açıldı. Göz göze gelince irkildim. Onun yüzünde ise korkunun zerresi belirmedi.
- Beni nasıl öldüreceğini planlamıyorsun umarım.
Bunu öyle sakin bir ses tonuyla söyledi ki. Gerçekten boğazına bıçak dayayacak olsam aynı sakinliği koruyacak gibiydi. Benden sana zarar gelmez, dedim.
- Hem ayrıca, madem yazın sokakta yaşamaya meraklısın. Beni yanından kovmak yerine iyi anlaşmaya çalışsan senin için daha iyi olmaz mı? Bir kadın sokakta bir başına ne kadar süre hayatta kalabilir? Benimle arkadaş olmayı seçseydin belki de seni koruyacak birini bulmuş olurdun.
Firuzan yattığı yerden kalktı, bana yaklaştı. Hızla belinden bir şey çıkarıp bana doğru savurdu. Taş gibi kesildim, ucuyla karnım arasında bir milim kalmış olan çakıya baktım. Firuzan elini yavaşça benden uzaklaştırarak çakıyı beline geri koydu. On iki, dedi.
- Şimdilik on iki yıldır sokakta tek başıma hayatta kalabildim. Sokakta yaşayan rastgele bir adama canımı emanet edeceğimi sanman ne aptalca. Anında bir tabak yemeği benim hayatıma tercih ederler. Belimdeki emanet bana ihanet etmez, yüzüstü bırakmaz. Beni korumasına ihtiyaç duyacağım tek şey odur.
Sizi bıçaklamasına bir milim kalmış birine karşı ne hissederdiniz? Nefret? Öfke? Yoksa onu bu yaptığına pişman etmek mi isterdiniz? Hayır. Firuzan’a karşı bu duyguların hiçbiri oluşmadı içimde. Bu beklenmedik hareketiyle bir anlığına aklımı çıkardı orası doğru. Fakat bu kadının bana zarar vermek gibi bir niyeti olmayacağından bir şekilde emin gibiydim. Tek derdi kendini korumaktı. Sırf eğlenmek için birtakım belalara bulaşacak biri olmadığını anlamak çok zor değildi. Aklının başında olup olmadığından şüphelenmiyordum artık. Ondan daha aklı başında hareket eden biri görmedim desem yeridir.
O günden sonra Firuzan her gün o köprünün altına gelmeye ve her seferinde bıkmadan usanmadan benim artık orayı terk etmem gerektiğini söylemeye devam etti. Benimse onun bu laflarına hiç alındığım yoktu. Aksine onunla uğraşmaktan keyif alıyordum. Arkadaş olduğumuzu düşünüyordum hatta. Biraz huysuz bir arkadaş olduğunu kabul etmem gerekir. Yine de o huysuzluğu hoşuma gidiyordu işte. Firuzan istediği kadar sert durmaya çalışsın, istediği kadar alaycı konuşsun benimle. Onun bu davranışlarının bir maske olduğunu fark edebiliyordum. Sokakta yatan yalnız bir kadın. Üstelik hiç çirkin de sayılmaz. Elbette kendini korumak için bu kadar sert ve soğuk gözükmesi gerekirdi. Bugüne kadar bu taktiği işe de yaramıştı anlaşılan. Ama işte beni inandıramamıştı yüzündeki maskenin gerçek benliği olduğuna. İnandırması da gerekmezdi. Ben ona asla kendisini korumasını gerektirecek bir şey yapmaya kalkmazdım. Ne de olsa yeni arkadaşımdı o benim.
Firuzan’ın bana karşı maskesini indirmesi için bana güvenmesi gerekiyordu. Belindeki çakıdan başka kimseye güven olmayacağına inanan bu kadının güvenini kazanmak kolay olmadı elbet. Çok sabırlı davrandım. Beni tanıması için ne kadar zaman gerekiyorsa ona o kadar zaman vermeye hazırdım. Zaten kıymetli zamanımda yapacak başka neyim vardı ki? Bana karşı açılması çok uzun sürse de ben hiç sabırsızlık etmedim. Soğuk tavırlarından hiç sıkılmadım. Maskesinin ardındaki Firuzan’ı tanımayı kafaya koymuştum.
Mesela bir akşam yine köprü altına geldi. Benim yattığım kaldırımın karşı kaldırımında yatıyordu o. Birbirimizle konuşmak için biraz bağırmamız gerekiyordu.
- Tevfik beyler hala daha buradalar. Senden öncekiler bu zamana kadar çoktan çenemden sıkılıp çekip gitmişti. Sen dayanıklı çıktın. Senin de zamanın yaklaşmıştır muhakkak. Fazla dayanabilen olmaz bana bak benden söylemesi.
- Sen şiir bilir misin Firuzan?
- Ney dedin?
- Orhan Veli’yi severim ben en çok. “İşim gücüm budur benim, gökyüzünü boyarım her sabah, hepiniz uykudayken, uyanır bakarsınız ki mavi” Bazen böyle hissediyorum biliyor musun Firuzan. Herkes evinde beyaz tavanlarına bakıp uyurken ben başımın üstündeki gecenin siyahının sabah mavisine dönüşmesini izlerken hep bu satırlar gelir aklıma. Sanki göğü gerçekten ben boyuyormuşum gibi. Sanki ben gök maviye dönene kadar göğü izliyor olmasam gök hep siyah kalacakmış gibi.
- Yok arkadaş. Senin döndürdüğün acayip bir işler var. Şiir tutkunu bir evsiz olduğuna inanıp geçemeyeceğim. Sivil polis falan mısın yoksa?
- Neden öyle dedin Firuzan, halk kütüphaneleri bize de açık bilmiyor musun yoksa? İstediğin kadar şiir okuyabilirsin orada. Hem de bedava.
- Firuzan’ın yüzüne baktığımda gülümsediğini gördüm.
- Doğru söylüyorsun Tevfik. Bedava yaşıyoruz bedava, hava bedava, bulut bedava, dere tepe bedava.
Bu Firuzan’ın bana karşı attığı ilk arkadaş canlısı adımdı.
*
O geceden sonra Firuzan günlerce geri gelmedi. Onun için endişelenmeye ve dahası onu özlemeye başlamıştım. Sığınma evine geri dönmüş olabileceğini düşünüyordum, öyle olduğuna inanmak istiyordum yani. Yine de sığınma evinde değil, burada benimle sokakta kalıyor olmasını isterdim. Bu beni bencil biri yapar mı sizce?