dilim, damağımda kalmış acı tadı tarif etmeye yetiyor baba. hislerim için bir lisan bulamadım henüz. belki mezarının başında daha samimi olurum. sarhoşken telefona sarılma ihtiyacını saymazsak, bir tek göz renklerimiz benziyor seninle. bir de gövdemizi sel götürürken içimize attığımız çığlıklar. seninle hep erteledik birbirimizi, sen benim çocukluğuma yetişemedin, ben senin kafanın güzelliğine. birbirimizden öğrendiğimiz çok şey var. ben, nasıl içilmemesi gerektiğini senden öğrendim mesela. tilki uykusu neymiş, senden öğrendim. eve her gelişinde kontağın üzerinde bıraktığın anahtar vardı, ben ilk vazifemi; gecenin bir yarısı yataktan kalkıp seni odana götürmek bildim. uykum bu yüzden hep darmadağındı. avlu kapısının duvara çarpmasını alarm bildim. şimdilerde bu suskunluğum, buğulu bakışlarım yorgun uyandığım uykulardan kaldı sanırım. suskunluğumuz ne çok benziyor birbirine, yan yana gelince birbirimizle konuşma çabalarımız sudan çıkmış balığın çırpınışları gibi acemi, değil mi? 

biz seninle birbirimize uzanan tüm biletlerin yanmış seferleriyiz baba, uzak kalmış iki arkadaşın, hep ertelenmiş buluşma sözleri gibiyiz. artık pişmanlık hakkımız kalmadı. yazdığım ne varsa, kaçırılan tüm trenlerin pişmanlığı, ardından bakakaldım. baba, dilim sadece tarif etmeye yetiyor damağımdaki tadı. hislerimi çevirecek uygun bir dil bulamadım, gömleğimin ense kısmındaki ter lekesi gibi yapıştı yakama bu acı tat, ne yapsam geçmiyor. yere çöp atmamam gerektiğini sen öğrettin, o günden beri içime atıyorum ben de. market poşetlerinin içinde emir komuta zinciri getirdin her akşamüstü eve. ben her akşamüstü o yokuşun başında devlet aracı bekledim. senin ketum ve gaddar tavrın vardı. belindeki tabanca hiç patlamadı ama benim çocukluğum yaralandı. kızgın değilim baba, silahları ve ortadoğu’yu sevemedim sadece. militarist oğlu doğdum ama barış işareti neymiş, senden öğrendim.