Avcı toplayıcı toplumda aile olarak yaşayan ve doğaya karşı savunmasız olan insan; babanın kudretinden faydalanarak direnebilen ve yine babadan direnebilmeyi öğrenerek erken yaşlarda babaya hayranlık duymuş, Oedipus kompleksi ile kendisindeki iktidar isteği bu hayranlığı kaldıramamış babayı öldürmüştür. Artık çok sevdiği annesi ilgi ve sevgisini sadece ona verecektir.


Babayı öldürerek ve yahut baba başka sebepten öldükten sonra iktidarı ele alan çocuk, baba ölene kadar olan rahat yaşantısına tüm sorumlulukları alarak veda etmiştir. Artık doğaya karşı direnecek olan ve avlanması gereken odur.


Zaman geçtikçe doğaya direnmenin zorluğunu farkına vararak, iktidarda kendisini daha da yalnız hissederek babaya duyduğu özlemle kendisini tatmin edecek olan babanın manevi varlığı yani ruhunu yanındaymış gibi hissetme gereksinimi duymuştur.


Yaşama karşı direnirken karşılaştığı durumlara, babasından etkilendiği için babasının tepkilerini vermiş, "O burada olsaydı bu şekilde yapardı, baba bizim için hep iyisini yapardı öyleyse ben de yapmalıyım" gibi telkinlerde bulunmuştur.


Baba yani ata her zaman faydalı işler yapandır ve yeni bir faydalı iş, eylem varsa "Elbet ki baba da olsa bunu yapmak isterdi" şeklindeki düşünceler baba - ata ruhunu yücelterek "Kut" anlayışını, inancını doğurmuştur.


Bu düşünce ve inanış çoğu avcı toplayıcı ailede başlamış ve zamanla çocuklar ve nesiller arası baba yani atanın ruhu burada bizi izliyor, bizler onu onurlandırmalıyız şeklinde bir kültüre dönüşmüştür.


Baba güçtür, baba doğaya direnebilendir ve aynı zamanda ondan korkulur.


Baba bizi doğaya karşı korur, gözetir.


Bu kültürde devam eden topluluklar doğaya karşı acizliğine karşı geliştirdiği bu telkini nesneleştirerek babanın yani atanın yani güçlü, korkulan, gözeten ve ondan bir şeyler umulan erk sevgisi ve özlemini bir eşya, bir ağaç, bir yağmur gibi şeylere atfetmişlerdir. Bir avcı toplayıcı ailede bu nesne yağmurdur bir başka ailede bir hayvan, güneş, şimşek gibi yaşadıkları mağaraya yakın, gördükleri şeyler olmuştur.


Günümüzde hala baba yadigârı çakmak, ev, araba, tespih gibi örnekleri vardır.


Babanın iş bitiriciliği ve sahiplenmesine karşı duyulan özlemi bir şeye atıf etmek totemciliği oluşturmuş ki bu da ileriki zamanlardaki putçuluğun kökeni olacaktır.


Toprağın işlenmesi geliştikten ve yerleşik hayata geçildikten sonra farklı toplulukların totemleri yani "kut", kutsal olan, bizim için iyisini isteyen, insanlara kılavuzluk yapan bu nesneler arası çatışmalar başlamıştır. Örneğin bir ailenin kutsalı yani atanın sevgi ve özlemini atfettiği hayvan totemini başka bir aile tarafından umursanmadan kesilip yenmesi, güneş doğduğunda bir ailenin saygı göstermesi ve başka aile için önemsiz olması gibi.


Çok farklı totemleri olan bu aileler - kültürler arasındaki çatışmalara bir çözüm bulmak yerleşik hayata geçen toplumların liderleri için kaçınılmaz olmuştur.


Bu çözüm arayışları sonucunda; kimsenin ulaşamadığı her zaman var olan ve kimsenin saygısızlık yapamayacağı gökyüzü; liderlere mantıklı gelmiş, "Gök Tanrı" olarak ortak bir totem, bir inanış belirlenip toplumun bireyleri tarafından bu inanışa tabi olunması istenilmiştir.


Gök Tanrı yani tek tanrıcılık ise günümüzdeki semavi dinlerin temelini oluşturur.


Ve Freud Tanrının doğuşunu "Babaya duyulan özlem" olarak özetler.