Tan yeri ağarmadan açmıştı yine gözlerini Yusuf, uykuya fazla düşkün olmasına rağmen nice zamandır güneş daha doğmadan uyanır olmuştu. Onu uyutmayan, içini kemiren bir dolu dertle güne başlıyordu ve geceleri uyumak da yine aynı dertlerden dolayı zor gelir olmuştu Yusuf'a. Kalbinde daimi bir ritim bozukluğu hissediyor; kimi zaman aşırı heyecanlı, kimi zaman aşırı sakin oluyordu sebebini anlamadan. Sonra bir gün bir yazı çıktı karşısına ve anlamıştı içinde bulunduğu durumun sebebini yine yüreği acıya acıya. Kalp kırıldığında bazı damarlar işlevlerini yaparken zorlanır diyordu bu yazı ve bu sebepten kalp adrenalin salgılar, bir çeşit ölümcül olmayan kalp krizi etkisi anlayacağınız. Yusuf'un halet-i ruhiyesinin en açıkça görünen sebebi buydu, kalp kırıklığı...
Kendini ağırdan alarak doğruldu yatağında Yusuf, bir süre oturdu öylece düşünceli bir şekilde. Geçmişini, hayatına aldığı insanları, onlara karşı ince davranışlarını ve akabinde gördüğü incitici muameleleri... Uzun zamandır bir rutin haline gelmişti bu düşünceli hali, her ne kadar buna engel olmaya çalışsa da... Kalktı yatağından ve ağır adımlarla banyoya doğru ilerlerdi, ellerini ve yüzünü yıkamak için açtığında musluğu, karşısındaki aynadan yansıyan kendi suretine bakakaldı. Gözlerinden damlalar her an akmaya hazır bekliyordu fakat Yusuf kendini bu konuda da tutmayı öğrenmişti, nicedir boğazında bir yumru ile yaşıyordu. Zihninde günlerdir bir vızıltı gibi dolaşan kimim ben, kimdim ve şu an kime dönüşüyorum sorularıyla baş başa kalmıştı yine. Neyse ki musluktan akan suyun sesi onu biraz da olsa kendine getirdi ve avuçlarına biriktirdiği su ile yüzünü yıkamaya koyuldu.
Yusuf yine aynı ağır adımlarla mutfağa ilerledi, kahve makinesinin tuşuna bastı, kahvesinin demlenmesini bekledi, aldı eline sütsüz ve şekersiz kahvesini ve ardından gün doğumunu izleyebildiği penceresinin önündeki sallanan baba sandalyesine yöneldi. Evet, ona bu ismi Yusuf vermişti, babasından miras kalan kıymetli eşyalardan biriydi bu sandalye Yusuf için. O sandalye üzerinde babasının kucağına oturur; babasından masallar, türküler, hayata dair öğütler dinlerdi küçücük bir çocukken. Babası karşısında bir yetişkin varmış gibi büyük laflar ederdi Yusuf'a, Yusuf da kendini yetişkin hissetmenin hoşnutluğunu yaşardı o zamanlar, şimdilerde yetişkin olmaktan pek memnun olmasa da... Memnun değildi bundan çünkü insanların içten pazarlıklı olduğunu, yaşlar ilerledikçe masumiyetlerini yitirdiklerini, birine güvenmek konusunda çok fazla zaman gerektiğini, güvense dâhi bir gün o güvenin boşa çıkabileceğini yetişkinlik döneminde öğrenmişti Yusuf.
Güneş uyanmaya başladığı sırada kahvesinden bir yudum aldı ve hafiften sallamaya başladı Yusuf baba sandalyesini. Babasıyla birlikte oturup onu dinlediği günleri hatırladı yine ve babasının şu vecizeleri kulaklarında çınlamaya başladı: "Bak evladım, sabır ve sebat insanlığa verilmiş güzide nimetlerdendir, sabır nimetini geçmişteki acılara harcamak büyük ahmaklık, geçmişe ket vurup yeni hedeflerin zorlu yolculuğunda sebat etmek gerek, insan ancak böyle gelişir." Babam bir kez daha haklı çıktı diye geçirdi içinden Yusuf, sadece dikiz aynalarına bakarak araba kullanmak ne kadar mantıksız ve kazaya sebebiyet veriyorsa geçmişe takılarak hayata devam etmek de aynı derecede mantık dışıdır sonucuna vardı o anda. Şayet hayatında kazaya yer vermek istemiyorsan daima önüne bakmalısın, aynalar geçmişi gösterir ve bir hatanı gördün mü bir daha önüne bakmak oldukça zorlaşır, insanın ise her vakit yeni bir hedefe ihtiyacı vardır. Hatırladığı cümle neticesinde yaptığı çıkarımlar, içinde bulunduğu duruma ilaç gibi gelmişti ve Yusuf'u hayata karşı yeniden umutlandırmıştı. Yüzünde tebessüm belirirken Yusuf, tek mirasın sallanan bir sandalye olmadığını bir kez daha anlamıştı.